Yaşamak İçin Çalışmak mı, Çalışmak İçin Yaşamak mı?

Dardenne Kardeşlerin Rosetta filmi, modern kapitalizmin görünmez kurbanlarını anlatan en yalın, en sarsıcı filmlerden biri. 1999’da Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan film, büyük cümleler kurmadan, slogan atmadan; işsizliğin, yoksulluğun ve umutsuzluğun içine sıkışmış genç bir kadının gözünden emek dünyasının çıplak gerçekliğini anlatır.
Rosetta, sinemada alışık olduğumuz kahraman tiplerinin tersine, ne devrimci ne de mağdur rolüne sığınır. O sadece yaşamak ister — çalışmak, kendi ayakları üzerinde durmak, “normal bir hayat” kurmak. Fakat kapitalist düzen, onun bu en insani talebini bile sistematik biçimde reddeder.


Rosetta’nın Dünyası: Betonun, Gürültünün ve Umutsuzluğun İçinde

Film, Belçika’nın işsizliğin kol gezdiği sanayi kentlerinden birinde geçmektedir. Rosetta (Émilie Dequenne), alkolik annesiyle bir karavanda yaşar. Her sabah iş bulmak umuduyla yollara düşer ama çaldığı bütün kapılar yüzüne kapanır, iş bulduğunda ise ertesi gün kovulur.
Dardenne’ler, bu döngüyü neredeyse belgesel sadeliğiyle işler. El kamerası Rosetta’nın ensesine yapışır, nefesini duyarız, adımlarını hissederiz. Kamera, izleyiciyle karakter arasında mesafe bırakmaz; biz de Rosetta’yla birlikte koşar, düşer, kalkar, yeniden deneriz.
Bu sinema dili, Dardenne’lerin politik tavrının da göstergesidir: Yoksulluk, dışarıdan gözlemlenen bir olgu değil, yaşanan bir deneyimdir.


Kapitalizmin Bireyi: Dayanışmanın Yokluğunda Yalnızlık

Rosetta’nın hikâyesi, sadece ekonomik bir dram değil; aynı zamanda bireyciliğin ve rekabetin en sert biçimde içselleştirildiği bir toplumsal yapının da eleştirisidir.
Rosetta, iş bulabilmek için bir arkadaşının yerine geçer — onu adeta işsizliğe iter. Bu an, filmin ahlaki kırılma noktasıdır: Yoksulluğun insanın vicdanını nasıl tükettiğini gösterir bizlere. Loach’un filmlerinde kolektif dayanışma bir çıkış yolu olarak belirirken, Dardenne’lerde dayanışmanın çöküşü merkezde yer almaktadır.
Rosetta’nın eylemleri, bir bireyin suçundan çok bir sistemin sonucudur. Kapitalizm, bireyi yalnızlaştırırken, onu rekabetin ortasına fırlatır ve sonra “ahlaklı ol” der. Dardenne’ler, işte bu ikiyüzlülüğü ifşa eder.


Sessiz Bir Çığlık: Sınıfın Kadın Yüzü

Güller ve Günahlar dizisinin set çalışanları iş bıraktı
Güller ve Günahlar dizisinin set çalışanları iş bıraktı
İçeriği Görüntüle

Rosetta’nın hikâyesi aynı zamanda kadın emeği ve yoksulluğu üzerine de bir ağıttır.
Film boyunca kadın karakter, erkek egemen toplumun ve sınıf düzeninin iki yönlü baskısı altında ezilmektedir. Devlet kurumları, işverenler, hatta annesi bile onun yükünü artırır. Rosetta, patriyarkanın ve kapitalizmin ortak kıskacında nefes almaya çalışır.
Ancak Dardenne Kardeşler, onu mağdurlaştırmaz. Rosetta’nın direnci, öfkesinde ve inadındadır. Filmin sonunda düşüp yeniden ayağa kalktığında, bu sadece bir fiziksel hareket değil, insan onurunun yeniden ayağa kalkışıdır.


Gerçekçilikte Yeni Bir Sayfa: Dardenne Sineması

Dardenne’lerin kamerası, süslemeyi reddeder. Müzik yoktur, dramatik efekt yoktur, dekor bile neredeyse çıplaktır. Bu yalınlık, izleyiciyi duygusal manipülasyondan uzak tutar; her anın ağırlığı gerçekmiş gibi hissedilir.
Rosetta’nın yüzü, film boyunca toplumun dışına itilmiş milyonların sessiz çığlığını temsil eder. Bu yüzden Rosetta, sadece bir karakter filmi değil, sınıfsal varoluşun sinemadaki en güçlü temsillerinden biridir.


Sonuç: Rosetta Biziz

Dardenne Kardeşler’in Rosetta’sı, neoliberal çağın bireyini anlatır.
İş bulma, barınma ve onurlu yaşama hakkının “ayrıcalık” haline geldiği bir dünyada, Rosetta’nın çaresizliği bir uyarı gibidir:
Eğer toplum, emeğin değerini yitirirse; dayanışma yerini rekabete, güven yerini korkuya bırakırsa, hepimiz bir gün Rosetta oluruz.
Belki de film, en çok şu soruyu sormak için yapılmıştır:
“Bir insanın onurlu yaşama hakkı, neden bu kadar zor olmalı?”