Türkiye’de orman yangınları gerçekten tesadüf mü, yoksa ardında sistematik bir kasıt mı yatıyor?
Yaz sıcaklarının başlamasıyla birlikte Türkiye’nin dört bir yanından yangın haberleri gelmeye başladı. Sakarya, Muğla, İzmir, Antalya, Bilecik … Ormanlarımız cayır cayır yanıyor. Kameralara alevler, ekranlara itfaiye araçları ve yangın söndürme uçakları, sosyal medyaya ise öfke, şüphe ve birbiriyle çelişen iddialar yansıyor.
Her yıl tekrarlanan bu acı döngüde artık klasikleşmiş bir refleks var: “Bu yangınlar sabotaj olabilir mi?” sorusu, daha ilk saatlerde gündeme geliyor. Hele ki yangınlar aynı gün içinde farklı illerde baş gösteriyorsa, bu şüphe daha da güçleniyor. Ancak bu soru sadece bir şüphe olmanın ötesine geçmeli: Türkiye’de orman yangınları gerçekten tesadüf mü? Yoksa ardında sistematik bir kasıt mı yatıyor?
Veriler ne diyor?
Türkiye’deki orman yangınlarının istatistiklerine baktığımızda çarpıcı bir tablo çıkıyor karşımıza:
Son beş yılda meydana gelen yangınların yaklaşık yüzde 47’sinin nedeni belirlenememiş. Geriye kalanlarda ise “kasıtlı çıkarılan yangınlar” ciddi bir oran tutuyor. Yani neredeyse her iki orman yangınından biri neden çıktığı bilinmeden kayıtlara geçiyor.
Bu, tesadüf olamayacak kadar yüksek bir oran. Hele ki gelişmiş yangın araştırma tekniklerinin olduğu bir çağda…
Bu tablo, kamuoyunda sabotaj ihtimalini güçlendiriyor. Ancak sorun şu ki: Bu ihtimali konuşmak çoğu zaman resmi kurumlar tarafından ya geçiştiriliyor ya da “toplumu paniğe sevk etmemek” gerekçesiyle açıkça dile getirilmiyor.
Sabotaj ihtimali neden ciddiye alınmalı?
Sabotaj, yani kasıtlı olarak ormanların yakılması, sadece çevreye değil; ekonomiye, tarıma, hayvancılığa, su kaynaklarına ve en nihayetinde toplumsal barışa yapılan bir saldırıdır.
Böylesi bir eylem, kimi zaman rant için, kimi zaman siyasi mesaj vermek için, kimi zaman da güvenlik zafiyeti yaratmak amacıyla yapılabilir.
Unutmayalım: Orman yangınları, kaotik ortamların tetikleyicisi de olabilir. Ve bu kaos, çoğu zaman birilerinin işine yarar.
Ancak tek neden sabotaj değil
Elbette her yangını sabotaj olarak nitelendirmek de kolaycı bir yaklaşım olur. Çünkü Türkiye gibi bir ülkede orman yangınları sadece kasıttan çıkmıyor; ihmalden, tedbirsizlikten, denetimsizlikten de besleniyor.
Kimi zaman tarla kenarında bilinçsizce yakılan anız, kimi zaman atılan bir cam şişe, kimi zaman denetlenmeyen enerji nakil hatları, binlerce hektarlık alanı kül edebiliyor.
Öte yandan, yangına müdahale kapasitesi hâlâ yeterli değil. Uçak sayısı, erken uyarı sistemleri, yerel yangın gönüllüleriyle kurulan ağlar… Hemen her raporda bu konularda eksiklikler olduğu yazılıyor ama nedense yangın sezonu gelmeden bu eksiklikler bir türlü giderilmiyor.
Şeffaflık şart, hesap sorulmalı
Bu yangınların neden çıktığını öğrenmek, sadece çevrecilere ya da birkaç duyarlı vatandaşa düşen bir görev değil. Bu, devletin ve tüm yurttaşların asli sorumluluğu.
Eğer sabotaj varsa, kim yapıyor ve neden yakalanamıyor? Öncelikle bu sorgulanmalı.
Eğer sabotaj yoksa, neden halkın kafasında her yıl bu kadar güçlü bir şüphe oluşuyor?
Bu sorular yanıtsız kaldıkça, sadece ormanlar değil; devletle yurttaş arasındaki güven bağı da yanmaya devam edecektir.
Her yangın bir sınav
Türkiye her yaz bir sınav veriyor: Ağaçları koruyabilecek miyiz? Toprağı, suyu, canlıları savunabilecek miyiz? Sabotaj ihtimalini siyasi hesaplara kurban mı edeceğiz, yoksa deliller ışığında ciddiyetle mi ele alacağız?
Bu yıl da yangınlar başladı. Ve biz yine aynı yerdeyiz: Alevlerin kenarında, yanıtı verilmemiş soruların gölgesindeyiz.