Görsel cümleler gerekli hepimize…
Sanatın temelinde görselliğin yattığını söylersem çokbilmişlik yapmış olur muyum? İlksel insan, belki de daha konuşamazken (yani günümüzdeki bakışla anlamlı cümleler kuramazken) barındığı mağaranın duvarlarını çizgiyle donatmıştı. Bir şeyler anlatmaktı sevdası, ileriye kalır diye değil, yanındakilere bildirmek için. Tabii, bir de övünmek amaçlı, çünkü ne kadar güçlüyse o kadar beğeni alır, o kadar “lider” olurdu. Yıllar, yüzyıllar, binyıllar geçti anlatım da, anlatılanlar da, yöntemleri de, anlayışlar da -tabii, teknolojiyle birlikte, dili de- değişti, gelişti. Anlam ve amaç da öyle… Geçmişten geleceğe, sadece duygu değil, bilgi ve birikim de eklenince üzerine sanatın (bütün dallarının, disiplinlerinin, türlerinin) anlam ve önemi insanların yaşamına yön vermeye, iyiye, doğruya, güzele götürmeye başladı. Bugün, hepimiz biliyoruz ki, sanat, baskı kurmadan, zorlamadan, dayatmadan bir şeyler anlatıyor ve bu kabul ediliyor, katılsanız da katılmasanız da.
“Biz buraya edebiyattan geldik”
Her hafta buluştuğumuz insan hakları ve özgür yaşam savunucusu, Avukat Eşber Yağmurdereli, “siyasetle değil sanatla bir yerlere varabiliriz” diyordu bir sohbetinde… Haksız mıydı? Bence hayır! Yerden göğe kadar haklı hâlâ da… Onca yıl cezaevlerinde tutsak edilmesine zulüm görmüş olmasına karşın bu sözü söylemesi önemli. “Şiir Dünyadan İbaret, Nâzım Hikmet Üzerine Yeni Çalışmalar”a göz atarken gördüm ki, Deniz Gezmiş, Erdal Öz’e, “Biz buraya edebiyattan geldik” diyor. Bu anıyı aktaran Atilla Birkiye, “biz de siyasetten gelmiştik edebiyata” diyor. Tüm bunlar sanatın ne denli önemli, önemli olduğu kadar değerli, değerli olduğu kadar da örgütleyici ve yapıcı olduğunu gösteriyor.
Aklınıza, son bir haftadır bombaların yağdığı İran ile İsrail geliyor haklı olarak; Gazze’de yaşananlar geliyor; burada, insan haklarının ihlalleri, hukuk açısından bir yere koyamadığınız tutukla(n)malar geliyor; tabii, beraberinde “Barış” girişimi geliyor; anaların gözyaşının dinmesine karşı çıkan ırkçı, faşist tepkiler geliyor muhakkak. Bunca sorunun arasında sanatın yeri ve zamanı mı diye soruyorsunuz kendi kendinize. Haklısınız belki de. İnsanın canı nereden acırsa kalbi orada atar.
“Acılara alışılmaz” diyordu şiir diliyle Ahmet Telli ve ekliyordu: “bir şeyler var değişecek / bir şeyler var değiştirmemiz gereken / önce acılardan başlanacak.” Öyleyse, kolları sıvamak gerek… Acıları da değiştirmek için ilk adımı bizim atmamız gerekiyor.
En zor günlerde imdadımıza yetişen…
27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, baskı dönemlerini aşmak sanatla olmuş (ikisine yaşım tuttuğu için ben de tanığım). Sanat ve edebiyat dergileri çoğalmış… Şiirlerin dizelerinden, öykülerin satırlarından, resimlerin fırça darbelerinden, fotoğrafların ışığından, dansın figüründen, heykelin kıvrımından, filmin mizanseninden süzülenler hep bir şeyler anlatmış bize, hep umut olmuş. Bir şair arkadaşımızın, 12 Eylül’ün o en karanlık günlerinde yazdığı bir şiiri nasıl kitaplaştırabileceğini araştırırken görüştüğümüz Tanju Cılızoğlu, “Fısıltı tirajı en büyük gazetedir” demişti; dergilerin yetmediği yerde söz el alıyordu çağlar boyu olduğu gibi…
Sanat Dünyamız
Üç ayda bir yayımlanan “Sanat Dünyamız” dergisiyle dört aylık düşünce dergisi “Cogito”, yeni ufuklar açtı bende: Bir yanda savaş ve ölümler, diğer tarafta barınma, beslenme, eğitim, sağlık sorunlarıyla boğuşmamız ve tabii, hayat pahalılığı, öte yandan birbirinden ayrı olması gereken yasama yargı ve yürütmenin egemenlerce kullanılan ve hep onlara yontan birliği ile haksız ve hadsiz tutuklanmalar, yargı karşında savunma bile yapamayanlar arasından.
Okuduklarımızdan, izlediklerimizden, gördüklerimizden, dinlediklerimizden süzeceğiz gelecek güzel günleri… Teorinin griliğini, yemyeşil hayat ağacına çevireceğiz.