Hayat renkli bir nehir gibi…
Ekmek; Kürtçe, Farsça ve Osmanlıca’da “nan”dır. Bugün Türkçede ekmeğe nan denmez ama ekmeğin kıymetini bilmeyenlere “nankör” denir. …verdiğim mısır ekmeğinden ısırırken onu adeta incitmemeye çalışıyordu, belli ki “nan”ın kıymetini biliyordu, “nankör” değildi yani. Birbirimizin dilini konuşamıyorduk, ancak iyiliğin evrensel diliyle anlaşmak zor değildi.
Selahattin Demirtaş’ın, -bu sekizinciymiş- yeni romanının kahramanı Jamal gün ışığı altında görünen çirkinlikleri gecenin gizlediğini, güzelliklerin daha da büyüdüğünü güçlü betimlemeyle anlatıyor gece o sessizliği altında yaşanan bütün yanlışlıklara, kırgınlıklara, hatta yavşaklıklara inat. İnsan kendisiyle kalıyor gecenin karanlığında; gerçekten odaklanabiliyor istediği gibi, istediği şeye. Daha mı verimli oluyor, ne…
Jamal, sokağın özgürlük olduğunu fark eden, bununla birlikte tüm zenginliğini, kolaylıkları, işi ve aşı bırakıp sokakta yaşayan biridir. Evet, haklıdır belki, dilediği gibi yaşayabilecektir, istediğini yapmaması için ne bir ebeveyn ne bir patron ne bir komutan vardır başında; ancak şunu da unutmamak gerekir ki, hayatın nabzı sokakta atsa da, sokakta yaşayanlar çoğunlukla esnaflar ve işportacılar tarafından horlanır. Dövülürler, hatta öldürülebilirler de… Onlara göre, sokak insanlarından iğrenenlerin pis kalplerini, nefret dolu kirli bakışlarını arındıracak bir sabun henüz icat edilmemiştir.
“Görmesen de denizi…”
İnsanın acılara alışması pek mümkün değildir (şair şiirce, “Acılara alışılmaz demiyor mu?), ama hayatın içindeki acılara katlanmak zorunda kalan insan o baskılara, aşağılanmalara da alış(a)maz mı? Usta şairin dediği gibi ölüm acısına bile üç günde alışıyoruz artık. Çöpten rızkını çıkarmak, belki bir içecek (ç)almak, ama felsefenin içerdiklerini birebir yaşamak her zorluğa da, zorunluluğa da değer. Örneğin, yunuslar gibi tek gözü açık uyur sokaktaki insan, bir apartmanın duldasında. Çünkü Boğaz’ın o güzelliğini kaçırmak istemez. Sahi, siz hiç izlediniz mi o güzelliği? Değilse çok şey kaçırmışsınız demektir. Bir de aşk var, hani içinizde içten içe yaşadığınız, belki kendinize bile itiraf edemediğiniz. Şöyle bir sarılıp kucaklama hissinden “acaba” kaygısıyla iğrenir mi düşüncesinden cayarsınız ya, yanaklarınıza sızan gözyaşını kendinizden bile gizleyerek. Sokakta karşılaşınca yavşakça bakıp gözleriyle aşağılayanlar gelir aklınıza, kendinize saklarsınız içinizde yeşeren baharı (aşkı).
Merak, heyecan ve sevda(ğ)
Selahattin Demirtaş, bu kez, yıllardır kaldığı dört duvar arasından bir sokak insanı olan kahramanı aracılığıyla firar ediyor (ketılı ne oldu, bozuldu mu?). Müthiş bir merak, inanılmaz betimlemeler, estet bir anlatımla okuru sarıp sarmalayan ve en az bir o kadar da kendisini o kahramanın yerine koyduran bir roman Jamal. Akışına kaptırıp, kendinizce “şu öyle olduğuna göre bu, böyle olur” diye fikir yürütüyorsunuz, ama yazar sizi ters köşeye yatırıyor usta bir penaltı atıcısı gibi… Romanın temposu da örgüsü gibi soluk soluğa; merakınız her sayfada, her cümlede daha da artıyor. Heyecanlanmamak elde mi?
…unutmadan, Demirtaş, bu yeni, yeni olduğu kadar ilginç, ilginç olduğu kadar heyecan dolu, heyecanlı olduğu kadar gizem yüklü romanının kapak resmini de kendisi yapmış. İnsanın, sanatçı yanını görebilmesi için illa ki içeri mi tıkılması (hem de haksız ve hatta hukuksuz, biliyorsunuz, onca tazminata hükmetti, sırf bu nedenle Avrupa Birliği Türkiye’yi) mı gerekiyordu? Demirtaş, muhakkak ki, iyi bildiği İstiklal Caddesi ve çevresini iyi betimlemiş ve iyi çizmiş.
Sokağın ideolojisi olur mu?
Demirtaş, bilinçli kurmuş öyküsünü: “…güzele bakmaksa sevap değil tam bir yavşaklıktır. Gelin görün ki dünyadaki her erkekte biraz yavşaklık olmasaydı kadınların güzelliğinin nasıl farkına varacaktık” diyor bir yerde. Başka bir yerde, gözünü ayıramadığı platonik aşkı Arus’a bakarken. Mecnun’a sormuşlar, “nesini beğendin bu kara kuru Leyla’nın?” “Onu bir de benim gözümle görün” demiş, kör olduğunu bildiğimiz Mecnun. Arus da öyle biri Jamal için. Yerinde duramıyor, içi içine sığmıyor, nasıl da kolay ve içten anlaşıyorlar, kelimesiz. Arus, belgeselci, ama kanser. Bir şeyler yapmalı Jamal… ne gelir ki elinden? Tanıdığı herkes, kendisi gibi sokak insanı, moderniteye isyan eden, kurallarını ihlal eden, dayattıklarını reddeden özgürlüklerini seçmiş insanlardır dünya malına karşı. Bir şey yapsın, n’olur?
Sokağın ideolojisi de, dini de, partisi de, hatta önderi de yoktur. Kirası, borcu, kredi kartı, telefonu yoktur sokaktaki insanın, senedi, faizi, maaşı da… Sokakta yaşayan imeceye güvenir, dayanışmaya… Özgürlüktür sokak ve sokakta yaşayanlar özgürdür -egemen erk işte, en tam da o nedenle korkuyor sokağa çıkma çağrılarından- Tabii, devleti, babası, kocası, insanı zorlayan prangaları da yoktur. İnsanı nefessiz bırakan engellerin tümü anlamsızdır sokakta. Evet, romanı okuyunca Demirtaş’a hak verdim. Siz de katılacak mısınız bana?
Jamal
Selahattin Demirtaş
Roman
Dipnot Yayınları, Nisan 2025, 155 s.