Hatırlar mısınız, birkaç yıl önce, bir anne, ailesine -çocuğu olduğunu gizlediği için- bayram ziyaretine giderken bebeği beşiğine yatırmış, biberonu da doldurup yanına bırakmış. Bayram dönüşü, bebeğinin ölüsünü kapıp hastaneye götürmüştü de haberlere konu olmuştu. O anne, hangi nedenlerle bebeğinin olduğunu gizlemişti ailesinden, neden korkmuştu aile büyüklerinden? Sahi, ne yaparlardı acaba, kendisine ve çocuğuna?

Bir de, seçimler nedeniyle yapılanlar / yapılamayanlar belirlenirken, 300’ü aşkın polisin intihar ettiği haberi vardı medyada… Doktorlar, hemşireler, subaylar, öğretmenler, öğrenciler de eklendiğinde sayı inanılmaz düzeye çıkıyor. Nedenini kimse soruyor mu?

Buna benzer soruları sormadığımız sürece hem bebekler ölür hem intiharlar çoğalır hem de iş cinayetleri önlenemez. Bu çok önemli konu yerine, bizim ülkemizde kadınların özgürlüklerinin kısıtlanmasına çalışır siyasi partiler ve doğal olarak iktidar. Hatta o kadar ileri gider ki, kendisinin önerdiği, İstanbul’da yapılan toplantılarla kabul edilen sözleşmeden bile çıkmayı kendine yedirir.

Filmin öyküsü…

Ailesinden ayrı, yaşlı sevgilisinin yanında kalan genç üniversite öğrencisi Laurence Coly (Guslagie Malanda), cidden ruhsal bunalıma düşmüştür. Bırakın okula gitmeyi, kendini eve hapsetmiş, yalnızlaşmış, birlikte yaşadığı erkeğin bile “görmediği” biri haline gelmiştir. Bir de hamile kalmıştır, partnerinin bile haberi yoktur… Hamileliği boyunca çektiği sıkıntıların üstüne kimseden “değer” görmeyince, bebeğini kumsala bırakır. Tabii, yakalanır ve yargılanır. Saint Omar, o mahkemenin filmidir. Belgesel tadında, yalın, süssüz, kamera hareketlerinin en aza indirgendiği, ama seyirciyi koltuğuna çivileyen bir film. Alice Diop, Amrita David, Marie Ndiaye’nin yazdığı, Alice Diop’un yönettiği bu ilk film gerçekten büyük ödüllerle başarısını kanıtlıyor.

Edebiyatçının bakışı…

Öykünün içinde bir diğer öykü de roman yazarı akademisyenin yaşadıklarıdır. O da tıpkı Coly gibi, beyaz bir erkekle birliktedir ve dört aylık hamiledir. Filmin kesişme noktalarından biri Rama’nın (Kayjie Kagame) üniversitede, derste görüntülerini gösterdiği İkinci Dünya Savaşı sırasındaki kadınların durumu üzerine örnekler verdiği ünlü “Hiroşima, Mon Amour” (Marguerite Duras) filmidir. Daha film bitmeden kafaları tıraşlanan kadınların yüzündeki hüzün izleyicinin kafasında soru işaretleri oluşturuyor, kasap çengeli örneği.

Kadınların yaşamına müdahalenin bu kadar çoğaldığı, yaşam ve özgürlük mücadelesinin polis zoruyla engellendiği Türkiye’de, özellikle kadın bilinçlenmesi için herkesin izlemesi gereken, çok önemli bir film. Hatta, biraz daha ileri gidip, çocuklarınızın, doğacak torunlarınızın da izlemesi için arşivlemenizi öneririm.

09 Haziran’dan başlayarak gösterimde…

([email protected])