Kadına karşı şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi komisyonu, kadınların yaşaması için de adım atacak mı?

İktidar infaz yasasının ardından, yeni bir komisyon raporu ile ideolojik amaçlarını dayatmaya devam ediyor. Bu iki konu, hukukun alanı gibi görünse de iktidarın uzun süredir yasaları kendince yorumlaması ve uygulaması nedeniyle herhangi bir hukukçunun, bu konuları (infaz yasası vb.) Hukuki olarak değerlendirmesinin çok zor olduğu kanaatindeyim. Bundan aldığım cesaretle, bu yazıda da geçen hafta komisyonun taslak halinde meclise sunduğu bir rapordan bahsedeceğim.

Ekim ayında İstanbul’da iki genç kadının vahşice katledilmesinin ardından, TBMM’de “Kadına Karşı Şiddet ve Ayrımcılığın Önlenmesine Yönelik Meclis Araştırma Komisyonu" kuruldu.

Kısaca komisyonun kuruluş aşamalarına bakalım; TBMM’de grubu bulunan beş siyasi partinin 19 milletvekili ile komisyon kuruldu. Çoğunluğu Akp ve Mhp’den oluşan komisyonun başkanı da muhalif vekillerin itirazlarına rağmen bir erkek (Hulki Cevizoğlu) oldu. Muhalif kadın milletvekillerinin tüm ısrar ve cabalarına rağmen, kadın örgütlerinin, bazı baroların kadın hakları merkezlerinin ve alanda çalışmaları ile bilinen yetkin feministlerin görüşlerinin alınmasına dönük öneriler görmezden gelindi. İlk icraatları medya ve televizyon patronlarını, gündüz kuşağı sunucularını komisyona davet etmek oldu. Bu rezaleti, sözde “alandan görüş almak” olarak lanse ettiler.

Örneğin; bu toplantıda görüşü alınan Zahide Yetiş’in "kadınlar da birbirine şiddet uyguluyor" cümlesi hala hafızalarda. Sadece bu cümlesiyle bile Yetiş’in kadın meselesine ne kadar uzak olduğunu anlayabiliriz. Yetiş’in sözleri üzerine tepki olarak muhalif kadın milletvekilleri de komisyonu terk etmişti. Muhalif sesin hiç dinlenmediği ve önerilerinin dikkate alınmadığı bu son 21’inci toplantıda da sonuç aynı olunca, muhalif kadın milletvekillerinin çekilmesiyle, AKP ve MHP, kendileri çalıp, kendileri oynamaya devam etmişlerdir. Sanırım komisyon ve misyonu ile ilgili bu kısa açıklama yeterli olacaktır.

Bu yazının konusu ise komisyonun sözde kadına şiddeti önleme amaçlı TBMM'ye sunduğu ve yaklaşık 100 sayfadan oluştuğu söylenen taslak rapor ile ilgili olacaktır. Özellikle muhalefetin, kadın örgütlerinin, bazı baro kadın hakları merkezlerinin, feministlerin büyük tepki gösterdiği bazı maddeleri birlikte inceleyeceğiz.

Şiddet uygulayan erkekleri rehabilite edeceklermiş. Peki bizi erkeklerden aşağı gören zihniyetinizi de rehabilite edecek misiniz?

Örneğin bir maddede; "kadına karşı suç işleyen kişi rehabilite, ıslah edilmelidir" diyor. Rehabilitasyon kavramını, madde bağımlılığı vb. için belki olumlu görsek de kadına şiddetin nedeni erkek egemen zihniyettir. Bu zihniyet son bulmadıkça kadına şiddet de son bulmayacaktır. Kadına şiddeti gerçekten sona erdirmek istiyorsanız, yıllardır söylediğimiz çözümleri tekrarlayalım ve artık kulak verin.

Her gün iktidar koltuklarından, "kadın- erkek eşit değildir. Fıtrata terstir" vb. açıklamalarınıza son verin. Kadınların bir birey olmadığı yönündeki anlayışınıza örneğin; kendi kararlarını veremeyecek acziyette gösterdiğiniz, namus dediğiniz mefhumu üzerimizden kurduğunuz, sahip olunması, sahip çıkılması gereken nesnelermiş gibi davranmaya son verin, eril zihniyeti tekrar ve tekrar inşa etmekten vazgeçin, kadına şiddet son bulacaktır.

Arabuluculuk bizi katillerimize teslim etmektir.

Kadına şiddetle mücadelenin nasıl olacağı konusunda, zaten tüm dünyanın üzerinde uzlaştığı bir yol haritamız var. İstanbul sözleşmesi; sözleşme şiddetle mücadelenin yöntemleri nedir, araçları nelerdir gibi ayrıntılı olarak şiddeti önleyen düzenlemeler içermektedir. Ayrıca 6284’ü etkin uygularsanız ne komisyonlara ne de başka yasalara da düzenlemelere de ihtiyaç yoktur.

Kadına şiddeti önleme amacına yönelik hazırlanan taslak raporda, başka bir maddede boşanma sürecindeki çiftler, bu süreci sağlıklı yürütebilsin ve tekrar değerlendirebilsinler diye arabuluculuk, çift terapisi, aile danışmanlığı, boşanma danışmanlığı gibi düzenlemeler yapılması öneriliyor.

Size şu anda kamuoyunda büyük yankı uyandıran, yaşamak ve tüm aile bireylerini yaşatabilmek için nefsi müdafaa sonucu boşanma aşamasında olduğu eşini öldürme maksadı olmasa da ölümüne sebebiyetten bir yıldır tutuklu yargılanan Ezgi Çeken’den bahsetmek istiyorum.

Ezgi, yaklaşık üç buçuk yıl evli kaldığı Sezgin Çeken’den ağır şiddet görmüş. Aile sürekli Sezgin'in "hepinizi öldüreceğim, katliam yapacağım " gibi tehditlerine maruz kalmış. Ezgi defalarca evi terk edip aile evine gitmiş. Sezgin, büyüklerin de araya girmesiyle defalarca affedilmiş. Fakat şiddet hiç bitmemiş. Ezgi artık dayanamayıp boşanma davası açmış. Koruma ve uzaklaştırma kararı da çıkarılmış. Fakat Sezgin defalarca bu kararları ihlal ettiği halde emniyet güçleri gerekli müdahalelerde bulunmamış.

Olay günü Sezgin, uzaklaştırma ve koruma kararlarını ihlal edip, kendi çocuğunu kaçırıp, anneye bir daha çocuğunu göremeyeceği tehdidinde bulunuyor. Ezgi’nin babasının yolunu defalarca kesip “hepinizi katledeceğim” tehditlerini yineliyor. Jandarma ekipleri Sezgin’i ikna etmeye çalışırken, Sezgin iki jandarma ve iki bekçiyi de yaralıyor. Aynı gün jandarma Sezgin’i çocuğunu bırakması için uzaklaştırma kararı bulunan Ezgi’nin adresine gönderiyor.

Sezgin’in tüm aileye dönük şiddeti daha Ezgi ve ablası evlerinin yolundayken başlıyor. Ezgi ve ablası 8 defa kades (kadınların şiddet anında emniyet güçlerine konumlarını gönderen ikaz butonu) uygulamasına basmasına rağmen yardım gelmiyor. Eve vardıklarında baba (Ezgi’nin babası) ve Sezgin arasında da tartışma yaşanıyor. Tartışma fiziki kavgaya dönüşüyor, baba Sezgin’e gücünün yetmeyeceğini anladığında tüm aileden bile yıllardır sakladığı silahını alıp Sezgin’i korkutmak için havaya birkaç kez ateş ediyor. Sezgin, babaya saldırıyor. Silah yere düşüyor. Silahı alan Ezgi panik halinde (bilinçsizce) onlara doğru bir el ateş ediyor (hayatında ilk kez silahla ateş ediyor) kendine geldiğinde hemen ambulansı arıyor. Ambulansa alındığında hala yaşamakta olan Sezgin, hastanede hayatını kaybediyor.

Bu olayın en başından başlayıp, komisyona sorularımızı soralım.

Ezgi şiddet gördüğü yıllar boyunca şikâyette bulunmuş. Neden gereğini yapmadınız?

Sezgin Ç. koruma ve uzaklaştırma kararını defalarca ihlal etmiş. Neden gereğini yapmadınız?

Olay günü Ezgi ve ablası 8 defa KADES'e basmış. Neden geri dönüş yapmadınız? Ezgi'ye neden ulaşılmadı?

Yine olay günü Sezgin Ç tarafından yaralanan kamu görevlileri olmasına rağmen Sezgin’i niye göz altına almadınız. Jandarma Sezgin Ç. den şikayetçi olup, adli makamlara teslim etseydi, Jandarma görevini yapsaydı. Bu olay hiç yaşanmaya bilirdi.

Ezgiyi anlamaya çalışalım; Aynı gün şiddete uğruyor, çocuğuyla tehdit ediliyor, jandarma yaralayan, babasına ölümüne saldıran, katliam yapacağım diye tehditler savuran Sezgin’den ölesiye korkuyor.

Ruhsal anlamda büyük bir travma yaşamış, kendini, çocuğunu ve ailesini savunarak nefsi müdafaada bulunmuştur. Burada suçlu olan görevlerini yapmayan kamu görevlileri ve onlara şiddet vakalarında nasıl davranılacağı konusunda gerekli eğitimi, donanımı kazandırmayan iktidardır. Ezgi sadece bir örnektir.

Bu ülkede kadınlar yıllardır bu ve benzeri durumları yaşıyor. Biz kadınlar her gün yaşam mücadelesi veriyoruz. Tüm olayı olabildiğince ayrıntılı anlatmamın üç amacı var.

Birincisi; Ezgi'yi anlamak demek, tüm şiddete maruz kalan kadınları anlamak demektir. İkincisi, zaten var olan uzaklaştırma ve koruma kararlarının etkin ve bilinçli uygulanmadığını göstermek. Üçüncüsü de, bütün bunları biz kadınlar yıllardır yaşamıyormuşuz da sanki yeni bir durummuş gibi iktidarın sözde önlem alacaklarına dair yaptıkları hiçbir açıklamanın gerçeğe uygun olmadığını göstermektir.

İktidarın, arabuluculuk, terapi vb. ile biz kadınları şiddet dolu o evlere göndermek için yeni ikna yolları arayışından başka amacı yoktur. Açıkça söyleyelim arabuluculuk korku içinde yaşayan Ezgi ve daha nice kadını katillerine teslim etmektir.

Zaten var olan uzaklaştırma, koruma kararlarını etkin uygulayın yeter.

Çocuklar kreşe anneler işe. Esnek çalışmaya hayır!

Komisyonda özellikle 0-2 yaş grubunda çocuğu olan kadınlar için esnek çalışma modellerinin etkin uygulanması istenmiş. Bize süsleyerek sunulan ama gerçekte, esnek (saati ve süresi belli olmayan) güvencesiz çalışma, kadını eve hapsetmenin başka bir yoludur. Bu çalışma koşulları asla kabul edilemez. İktidar, kadını iş hayatı, sosyal hayattan uzaklaştırmak görünmez kılmak, patronlara sessiz köleler sunmak, kadını eve hapsederek kendi ideolojik değerlerini kurumsallaştırmayı hedeflemektedir.

“İktidarın, kendine ve patronlara her koşulda boyun eğen sessiz köleleri olmayacağız”

KADINLARIN YAŞAMASI İÇİN ADIM ATACAK MISINIZ?

Kadını birey olarak görmeyen, babaya, eşe tabi gören anlayışla şiddeti önleyemezsiniz.

2011 yılında kadının adının bakanlıktan çıkarılması ile kadına şiddet, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, çocuk evlilikleri, taciz ve tecavüzün arttığını tüm veriler kanıtlıyor. Kadınlar o gün tehlikeyi görmüş, görünmez kılınmayı reddetmişti. İktidarın, İstanbul sözleşmesinden çekildiğini açıkladığı günden bugüne kadar da şiddetin giderek arttığına tanık oluyoruz. Bu da bize tekrar sözleşmenin kıymetini hatırlatıyor. Şimdiyse özellikle son on yıldır, kadınlar, çocuklar ve lgbti+ bireyler bu ülkede cehennemi yaşıyor.

Peki şimdi ne yapacağız?

Saldırılar yaşam hakkımızadır. Yaşam hakkımız, özgürlüğümüz, eşitliğimiz pazarlık konusu değildir. Şunu bilin ki yüzyıl geriye gitmeyeceğiz. Kazanılmış haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Sesimin ulaştığı kız kardeşim, şimdi hemen bir dayanışma ağında örgütlen, yalnız değilsin. ASLA YALNIZ YÜRÜMEYECEKSİN!

Kadın düşmanı politikalarınıza karşı BİZ VARIZ! Aile yılınız, komisyonlarınız, sizin olsun. “Vardım, varım, var olacağım” (Simone de Beauvoir)