Siyaset..

Kağıt üzerinde eşitlik, kürsüde temsiliyet, meydanlarda umut ama perde arkasına baktığınızda ‘’Kadınlar’’ için ise bir mücadele sahası hatta bazen yalnızlık alanı haline geliyor.

Kadınlar, siyasete adım attıkları an, sadece fikirleriyle değil ‘’varlıklarıyla’’ bile sorgulanıyor. ‘’bu göreve uygun mu?’’, ‘’Kadın başına nasıl görevini yapacak?’’, ‘’yoksa birileri tarafından yönlendiriliyor mu?’’ gibi sorularla karşılaşıyorlar. Ne yazık ki siyaset hala erkek egemen bir zihniyetin izlerini taşıyor. Oysa demokrasinin gücü, farklı seslerin, renklerin bir arada var olabilmesinde değil mi?

Türkiye’de Kadınların siyasette temsili, yıllardır artıyor gibi görünse de ‘’Sayısal artış niteliksel eşitliğe dönüşmüyor ‘’ Kadınlar sadece ‘’vitrin süsü’’ değil söz sahibi olmak istiyor.

Ne yazık ki bu istek çoğu zaman direnişle karşılanıyor. Kadınlar görevini yerine getirdiklerinde ‘’hırslı’’ olmakla, eleştirdiklerinde ise ‘’uyumsuz’’ olmakla, sessiz kaldıklarında ise ‘’yetersiz’’ olmakla suçlanıyor. Bir erkek için normal kabul edilen bir davranış, bir kadında ise ‘’fazla’’ ya da ‘’yakışıksız’’ olarak etiketleniyor.

Bu durum yalnızca bireysel değil; toplumsal bir Kadına Yönelik Siyasal Şiddet biçimidir. Fiziksel şiddet kadar görünür değildir, ama etkisi daha derindir. Kadının dışlanması, itibarsızlaştırılması, susturulması ya da ‘’AJAN, DÜŞMAN’’ gibi yaftalarla hedef alınması siyasetin kadın için kirli yüzünü gösterir.

Siyaset alanı, çoğu zaman kadını koruyan değil yalnız bırakan bir yapıya sahiptir. Kadınlar dayanışma kurmadıkça bu yalnızlık derinleşir. Birbirinin sesini duyan kadınlar yalnız olmadıklarını fark ettikçe siyasetin dönüşümü de mümkün hale gelir.

Siyaset ancak, kadınların sadece seçme değil yönetme gücüne de sahip olduklarında gerçek anlamda demokratik olabilir. Kadınların sesini bastıran değil, çoğaltan bir siyaset... işte o zaman yalnızlığa değil dayanışmaya dönüşür.