1974 yılında tanıştım siyasetle…
İlköğretmen Okulun’ndaydım, öğretmenlik hakkımız alındı elimizden.

CHP-MSP koalisyonu iktidardaydı.

Milli Eğitim Bakanı da CHP’li Mustafa Üstündağ…

Karara itiraz ettik, okuldaki MHP’lilerin bir itirazı olmadı, itiraz edenlere solcu denildi.

CHP-MSP Koalisyonu öğretmenlik hakkımız aldıktan sonra dağıldı, uygulaması Süleyman Demirel başkanlığımda kurulan 1’inci Milliyetçi Cephe Hükümetine kaldı. Birçok öğretmen okulunda boykot yapıldı, biz daha deneyemeden boykota teşvik suçlarınadan disiplin soruşturmaları açıldı, uzaklaştırma cezaları (O zamanki adıyla Tart) verildi. Henüz 13 yaşındaydım. Politikaya ilişkin bilgim yoktu ama hakkını arayan, haksızlıklara karşı duranlara solcu denildiğini öğrenmiş oldum. Ben böylece solcu oldum.

Madem solcuyduk, gereğini yerine getirmeliydik. Önce artık gruplar halinde gezmeye başladık, dıştan dikişli ceplerimize görünür şekilde Cumhuriyet Gazetesi yerleştirdik. Güz döneminde yeni çıkan Politika Gazetesi de eklendi buna… Zaman zaman tartışmalar yaşansa da kavga gürültü pek olmuyordu.

1’nci MC okuldaki kadrolaşmasını tamamladıktan sonra işler değişti. O güne kadar sessiz kalan faşistler, gece yatağından kaldırdıkları solcu öğrencileri tuvalete götürüp muştalarla dövmeye, yatakhaneye geç gelenleri düzeni bozdukları gerekçesiyle kendilerince cezalandırmaya (tabiki dayakla) başladılar. Şikayet edildiklerinde ise birer fasıl da okul idaresi ile jandarmada geçiliyordu.

Solculuk hayli tehlikeli hal almıştı yani. Şiddetin yanı sıra sürgünler başlamış, tek odalı bir pansiyonu olmayan köydeki okulda uzaklaştırma cezaları hayli artmış, beş parasız sokakta kalan solcu öğrenciler gündüzlü öğrencilerin kerpiçten evlerine sığınmaya başlamıştı. Piller bitinceye ve ses artık bayıncaya kadar Edip Akbayram, Aşık Mahsuni, Aşık ihsani dinleyerek moral bulmaya çalışırdık.

Lise 1’i bitirip 2’ye geçtiğimde baskılar dayanılmaz hal almıştı. Buna rağmen öğrenci örgütü seçimlerindeki saha çalışmalarından, zorunlu din derslerine karşı duruşa kadar her yere yetişmeye çalışıyorduk. Mücadeleden vazgeçmiyorduk. Futbol takımı, basketbol takımı, kros takımları ağırlıklı olarak solculardan oluşuyor, resim, müzik ve tiyatro ise zaten solcuların işiydi. Bu da her yıl yeni gelen öğrencileri solculara yakınlaştırıyor, onca baskıya rağmen solu besleyen damarları kesemiyorlardı.

Ne yazık ki, ağır baskıların yanı sıra umarsızlığımdan kaynaklanan hatalarım yüzünden o yıl devamsızlıktan sınıfta kaldım ve yatılı okuma hakkını kaybettim. Sonrasına girmeyeceğim, yeri gelirse başka bir yazının konusu olur.

Tüm bunları niye anlattığıma gelince; 12 Eylül koşullarını aratmayan bir ortamda 13-14 yaşındayken siz solcusunuz denilerek sistematik işkence uygulanan o çocuklar bu zorlukları dayanışmayla aştılar. Üstelik doğru dürüst yayın bulup okuyamayan, herhangi bir siyaseti olmayan, solculuğu birkaç türkü ezberleyip, o türküleri sloganlaştırmak olarak bilen bu çocuklar birbirlerinin hatalarını kapatıp, bir olabildikleri için başardılar.

Şimdi siyasi partilere bakıyorum da sirkülasyonu anlamakta güçlük çekiyorum. İnsanlar yola birbirlerini terketmeye hazır biçimde çıkıyor. Sanki arkadaşının başarmasını değil, kaybetmesini bekliyor. Sakarya özelinde söylüyorum, aldıkları oylar seçim sonuçları açıklanırken değerlendirmeye alınmayan partilerde bile kıyasıya adaylık yarışı yapılıyor, dolaplar çevriliyor.

Böylesine kariyer mücadelesine tanık olunca, galiba ben yanlış yere bakıyorum, o yüzden onların gördüğünü ben göremiyorum deyip umutlanıyorum ama boşuna…

Ben gördüğümü söyleyeyim, her geçen gün sayıları azalıyor, çok yakında kariyer için mücadeleye de gerek kalmayacak. Çünkü yalnız kalacaklar.

Bu arada, 1978 ile 12 Eylül 1980 yılları arasında Kurtuluş Hareketi’nde mücadele ettim. Sonraki 40 yıl hiç örgütüm olmadı. 2020’ydi sanırım ihtiyaçtan dolayı partili oldum. Umarım bu yazdıklarımı üzerlerine alınıp, ağır yazmışsın diyerek kapı önüne koymazlar ☺️