Son yazımdan sonra neler yazsam, gündemde neler var diye bakınıyor, düşünüyordum. Seçim yaklaşırken ortaya çıkan başkan adayları ve sunulan fantastik projeler üzerinden, seçim ve seçme eylemi üzerine bir şeyler mi yazsam, yoksa Sakarya’da basının, muhalefetin sorgusuz sualsiz destek verip neden hala inşaatının bitmediğini sorduğu “Şehir Hastaneleri” ne dair kelam mı etsem derken tekrar hatırladım. Eğer Türkiye’de yaşıyor ve gündeme dair bir şeyler yazmaya niyetleniyorsanız, bilmeniz gereken ilk şey gündemin her an değişebileceğidir. Başka ülkede hükümet düşürecek olaylardan bazen bizde günde birkaç tane olur, hayat akıp gider. Yarın bir yenisine uyanırsınız.  

Yine öyle oldu, yazacaklarımı düşünüp, konu ile ilgili sayfaları karıştırırken bir baktım televizyonda bayraklı fotoğraflar, Marshall yardımı tartışmaları, IMF. Hiç sosyal medya durur mu, oradan da iddialara cevaplar. Doğruluğuna bile bakılmadan paylaşılan alıntılar, iletiler. IMF'den ilk borcu o aldı, hayır olur mu öteki. Bana "En çok kim yendi?", "En son kim yendi?" diyerek birbirimizi kızdırdığımız futbol tartışmalarımızı hatırlatan münakaşanın yaratılması muhakkak ki plansız değildi. Tam vatandaş Amerika ile derin bir kriz olduğuna inanmak üzereydi ki, Ekonomi Bakanımızın yaptığı açıklama şaşkınlık yarattı. Daha Amerikan mallarına boykot üzerinden tepkiler henüz gösterilmekte iken ekonomimizin bir Amerikan firması tarafından denetlenmesi de neyin nesiydi. İktidar yapılan eleştirilerden rahatsız olunca en tepeden müdahale geldi. Ayrıntısına girmeye gerek yok, sayelerinde ülkemizde muhafaza edecek çok az şey kalan muhafazakar/sağ hükümetlerimizin 70 yıldır ufacık değişim göstermeyen propagandası başladı. Kendilerini yapılan eleştirileri ne zaman kendi seçmenlerinde karşılık bulsa, uyguladıkları tanıdık taktik. Önce, çok partili döneme geçildiğinden beri bir ekonomi programını tek başına uygulamaya yetecek kadar süreyi iktidarda geçirmemiş olan CHP’yi olanlardan sorumlu tutma, sonra millilik ve yerlilik vurgularının semboller üzerinden ifadesi, işin dönüp dolaşıp İnönü’ye uzanması ve seçmenin konsolide edildiği düşünüldüğü andan itibaren yeni bir gündeme yelken açma.Haklarını yemeyelim, bu çoğu zaman başarıya ulaşan, işe yarayan bir taktik. Madem her geçmişe dönüldüğünde bu sözler itibar görüyor, sözümüz duyulmuyor, dedim o zaman bari dönelim bugüne. Bakalım bugün yatırımlar nasıl yapılıyor, ekonomik tercihler ne kadar yerli ve milli.

Yazının başında da söylediğim gibi yazmak istediğim konu yerel gazetelerde gün aşırı neden başlanamadığı sorulan ve en son muhalefetin de gecikmesini eleştiri konusu haline getirdiği “Şehir Hastaneleri” ve finansman yöntemi olan Kamu Özel Ortaklığı/İşbirliği modeli.

Çiğdem Toker’in yazılarını takip edenlerin aşina olduğu “Şehir Hastaneleri” ile ilgili aslında muhalif yazarların ve kurumların yazdığı çok sayıda yazı var. Hem uygulama hem de modelin sıkıntıları, hastaneler hizmet vermeye başladıkça ortaya çıkıyor. Türk Tabipler Birliği Şehir Hastaneleri İzleme Grubu da bu konuda yazılmış 15 makalenin derlendiği bir kitap* hazırladı. Konu hakkında detaylı rapor ve verilerinde yer aldığı kitap, yazımı yazarken benim de faydalandığım temel kaynak oldu. O zaman TTB’ nin şiddetli biçimde karşı çıkıp yargıya taşıdığı şehir hastaneleri ve Kamu Özel Ortaklığı’na gelin biraz yakından bakalım.

Orijinal adı Public Private Partnership (PPP) olan Kamu Özel Ortakılığı ya da İşbirliği (KÖİ), neoliberal ekonomi program ve reformlarının uygulandığı ülkelerde Dünya Bankası ve IMF’nin şart koştuğu, yaygınlaşması için çaba sarf ettiği bir ekonomik yatırım modeli. Neoliberal reformlar için önemli koşul olan kamu borcunun azaltılması için önerilen bu finansman modelinin temel mantığı, ciddi finansman gerektiren yatırımların hazine kasasından tek kuruş çıkmadan yapılması ve kamu hizmetinin kesintisiz devam etmesi. Peki kulağa hoş gelen ve yatırımların daha kısa sürede sonuçlanacağı, uluslararası sermayenin ülkeye geleceği gibi gerekçeler ile savunulan bu modelin uygulamaları gerçekte bu kadar başarılı mı?

Dünyaya baktığımızda 1990-2017 yılları arasında bu modelin daha çok Brezilya, Hindistan, Çin gibi ülkeler tarafından alt yapı yatırımları için tercih edildiğini görüyoruz. Mustafa Sönmez konu ile ilgili makalesinde**, Türkiye’nin 27 yılda 136 milyar dolarlık sözleşme tutarı ile en büyük 4. KÖİ yatırımcısı olduğunu ifade ediyor. Bunların yüzde 52’si havalimanlarına yapılan yatırımlar iken, 3. Havalimanı 36 milyar dolar ile ilk sırayı alıyor. Hepimizin bildiği ve döviz üzerinden verilen geçiş garantileri ile eleştirilen Yavuz Sultan Selim ve Osmangazi Köprüleri yine bu yöntemle yapılmış projeler. Şubat 2017 rakamları ile iki köprü için garanti edilen günlük geçiş tutarının 5,5 milyon TL olduğu belirtiliyor. Şehir Hastanelerini de içeren sağlıkla ilgili KÖİ projelerinin ise sözleşme tutarı 11,7 milyar dolar. Bu değer, 4 tanesi bitirilip uygulamaya geçilen 30 adet hastanenin toplam sözleşme değeri. AKP iktidarının sağlık alanındaki reform paketinin bir uygulaması olan “Şehir Hastaneleri”ni bu yöntem üzerinden tanımlamak gerekirse, esasen kamu tarafından gerçekleştirilen sağlık hizmetlerinin fiziki mekanı olan hastanelerin işletmesinin, destek hizmetlerinin ve tedariklerinin özel sektöre devredilmesi diyebiliriz.

İngiltere'de Thatcher tarafından başlatılıp Major hükümeti ile sağlık alanında devam ettirilen bu model sayesinde, kağıt üstünde Kamu Harcaması olmaksızın sağlık hizmetlerinin devam ettirildiği iddia ediliyordu. Bugün İngiltere'de ciddi bir sorun haline gelmiş olan bu modelin ülkemizde uygulaması da İngiltere'den farklı değil. Yapılan sözleşmelere bakıldığında görülen şu; Kamu, özel bir şirket grubu ile 25 yıllık bir hizmet sözleşmesi imzalıyor. Bu sözleşmeye göre bu firmalara 25 yıl boyunca kira ve onarım bedeli ödeniyor. Şirkete hastane kampüsü inşası için bir hazine arazisi tahsis ediliyor ve “destek hizmet” olarak adlandırılan görüntüleme, laboratuvar hizmetler ve hastanedeki kafeterya, lokanta gibi mekanların işletmesi şirketlere bırakılıyor. Ayrıca hacme dayalı hizmetler için şirketlere 25 yıl boyunca hastanede yüzde 70 doluluk garantisi veriliyor. Yani kağıt üstünde kamunun borçlanmadan gerçekleştirdiği bu yatırım aslında hazinenin kendi arazisine yapılan hastaneyi taksitle almasından farklı bir şey değil. Kalkınma bakanlığın raporlarına göre yapılan sözleşmeler karşılığı 18 hastane için 25 yılda ödenecek miktar 30,3 milyar ABD dolar. Yapılması planlanan hastane sayısının 32 olduğu bilindiğinden, Türkiye’nin 32 hastanenin 25 yıllık kullanım bedeli için ödeyeceği rakamın 50 milyar dolar civarı olacağı tahmin ediliyor.

Eriş Bilaloğlu’nun Kamu Özel Ortaklığına karşı TTB’nin tutumunu anlattığı makalesinden öğreniyoruz ki, olanların bunlarla da sınırlı kalmadığını gösteren kimi detaylar ancak Türk Tabipler Birliği’nin -tüm engellemelere, şirketlerle yapılan sözleşmelerin özel sözleşme olduğu gerekçesi ile mahkemelere gönderilmek istenmemesine rağmen- ısrarlı bir biçimde sürdürdüğü hukuk mücadelesinde ortaya çıkmış. Mesela davalara sunulan belgelerden anlaşılan, Yüksek Planlama Kurulu bu projelere ancak var olan kamu hastanelerinin kapatılması kaydı ile izin veriyor. Yani bu hastaneler bittiğinde, birkaç küçük hastane dışında şehirde hastane kalmayacak. Yine 2001 tarihli 'Kamu Özel Ortaklığında Devlet Garantileri Raporu'na göre, Türkiye yüklenici firmaların aldığı kredileri doğrudan üstlenme garantisinde bulunan tek ülke. Yine şirketlerce yapılan tesisin yüzde 70 doluluk oranı ile çalışacağı, eksik olması halinde bedelin idare tarafından karşılanacağı, dava süreçlerinde ortaya çıkan belgeler ile anlaşılıyor. Daha da detaya girmek istemiyorum. Bina maliyetleri ile ödenen kiraların arasındaki orantısızlık, “destek hizmetleri” denilen hizmetlerin hastanelerin en karlı bölümleri olması, kapanan hastanelerin arsalarının yüklenici firmaya verilmesi gibi çok fazla veri ve rapora ulaşmak isteyenler, dipnotta paylaştığım kitaba göz atabilir.

Bitirmeden, gözünüzde canlandırabilmeniz için sizinle Halis Yerlikaya’nın, hizmete başlamış olan Yozgat Şehir Hastanesi’ne dair gözlemlerini aktardığı “Yozgat Deneyimi***” adlı makalesinden bir bölümü paylaşmak istiyorum;

Tüm şehir hastanelerinde olduğu gibi poliklinik odasında sekreter yok. Gerekçesi daha az eleman çalıştırmak, maaş ve sigorta primi ödemekten kaçınmak. Tetkik, radyoloji istemi, malzeme ve ilaç raporu çıkarma dahil hasta ile ilgili her şeyin ama her şeyin hekim tarafından yapılması istenmekte. Bir dahiliye hastasının ilaç raporunu çıkarmak 10-15 dakika almakta, neredeyse her hasta için rapor çıkarılmakta durumunda olan kimi polikliniklerde hasta muayenesine ayrılması gereken sürenin önemli bir kısmı bilgisayara bakarak geçirilmek durumunda”.

Son olarak şunu söyleyeyim, bu uygulamanın öncüsü İngiltere’de hükümet ile 450 sözleşme imzalamış olan Carillion’un iflası sonrasında devlet sağlık hizmetlerinin sürebilmesi için ek finansman sağlamak zorunda kalmış ve konunun ciddi olarak kamuoyunun gündemine gelmesi nedeniyle bu konu ile ilgili olarak 2018 yılında Parlamento'da soruşturma açılmış.

Tüm bu yazdıklarımdan sonra IMF’den kim önce borç aldı, kim ne bayrak salladıyı bir kenara bırakıp sormak istiyorum; 

Hastanelerdeki yatak sayısının eksikliğinden, yoğun bakım ünitelerinin yetersizliğine kadar sağlık hizmeti alırken bir dizi sorunla boğuşan, artık bir hastane yapılsın da nasıl yapılırsa yapılsın demek zorunda kalmış Sakaryalılara sunulan yerli ve milli çözüm “Şehir Hastaneleri” modeli mi?

Bir soru da ana muhalefete;

TTB başta ilgili kurumların bu kadar itirazına, partinizin mecliste verdiği önergelere, açıklamalarına rağmen, bu modelin yanlışlığını her gün insanlara anlatmak ve kendi çözüm modelinizi anlatmak yerine, iktidara "Ne oldu bu şehir hastanesi?" diye sormak, nasıl bir siyasi stratejidir?

Bugün insanlar kağıt yokluğunda SEKA’nın kapatılmasının yanlışlığını, Telekom özelleştirme sürecindeki vurgunu konuşuyor. Böyle giderse korkarım yıllar sonra da “şehir hastaneleri” ni konuşmak zorunda kalacak.

* Pala, Kayıhan, TTB Şehir Hastanelerini İzleme Grubu(2018)(Der.), Türkiye'de Sağlıkta Kamu Özel Ortaklığı Şehir Hastaneleri, İstanbul, iletişim Yayınları 

**Sönmez, Mustafa(2018).Sermaye Birikimi, "Kamu-Özel İşbirliği" ve Şehir Hastaneleri. Pala,Kayıhan. TTB Şehir Hastanelerini İzleme Grubu(Der.)(2018), Türkiye'de Sağlıkta Kamu Özel Ortaklığı Şehir Hastaneleri, İstanbul, iletişim Yayınları 

*** Yerlikaya,Halis(2018). Şehir Hastaneleri:Yozgat Deneyimi. Pala, Kayıhan. TTB Şehir Hastanelerini İzleme Grubu(Der.)(2018), Türkiye'de Sağlıkta Kamu Özel Ortaklığı Şehir Hastaneleri, İstanbul, iletişim Yayınları