Şimdi diyeceksiniz nereden çıktı bu yazı. Müsadenizle anlatayım. Son yazımdan sonra sitemizin editörü beni çağırdı ve Cenk uzun ve keyifsiz gündemler hakkında yazmaya hiç değilse yaz mevsiminde ara ver. Sıcaklar bastırmış, zaten okuyan eşin dostun. Onlar da yazıyı 3-4 seferde ancak bitiriyorlar. Sen de yazım çok tıklanıyor sanıyorsun. Bu ne demiş diye yazıya tekrar tekrar tıklayanlardan hiç söz etmiyorum bile. ‘En azından yaz bitene kadar içinde mutluluk olan şeyler yaz’ dedi. Dedi de, beni aldı bir düşünce; ne yazsam içinde mutluluk geçen. Derken aklıma birden bire Anayasa Hukukçusu bir dostumla yaptığımız sohbette kendisinin bana bazı ülkelerin Anayasalarında ‘Mutluluk Hakkı’ diye bir hakkın olduğundan bahsettiği geldi. Evet dedim bunu yazabilirim. İşte size içinde mutluluk geçen bir yazı.

Efendim mutluluğun kendisi ilk çağlardan beri filozofların, insanların üzerine düşündüğü yazdığı bir kavram. Onlarca filozof farklı şekilde tanımlıyor mutluluğu. Mesela Antik çağ düşünürü Epikür mutluluğu hayatın tek amacı olarak tanımlıyor. Epikür’ün tanımını kabul etsek bile günümüzde temel ihtiyaçlarından yoksun insanların mutluluğundan söz etmek sanırım mümkün değil. Bununla birlikte 20. Yüzyıl bize artan konforun da tek başına insanları mutlu etmeye yetmediğini gösterdi. Yaygın uyuşturucu kullanımı, kent insanının bir parçası haline gelmiş anti depresanlar, sorunlarını çözdüğü düşünülen ülkelerdeki yüksek intihar oranları ülkelerin gelişiminin tek başına insanlara mutluluk getirmediğinin bir göstergesi. Uzatıp mutluluk üzerine uzunca kafa yormak ve yazmak mümkün hatta keyifli, lakin konumuz başlıktan da anlaşılacağı üzere mutluluk değil mutluluk hakkı.

Nedir bu hak diye arama motorlarında tarama yaptığımda ilk olarak karşıma Arjantin’de eşcinsel bir evlilikle ilgili dava çıktı. Tarafları nedeni ile sıra dışı olan bu davada mahkeme verdiği kararın gerekçesini Arjantin Anayasa’sının tüm yurttaşlarının mutlu olma hakkını garanti altına almasına dayandırıyor. Bu sayede öğreniyoruz ki, Arjantin Anayasasında mutluluk hakkı diye bir kavram var. Hakkın yer aldığı bir başka Anayasal metin ise Amerikan Özgürlük Bildirgesi. Thomas Jefferson’un kaleme aldığı ve Amerikan Anayasa’sının bir parçası olarak kabul edilen bildirge, insanın doğuştan gelen haklarını sayarken ‘mutluluğu arama hakkını’ temel haklardan biri olarak belirtiyor. Söz konusu Amerika olunca sanırım ‘Mutluluk Hakkı’ kavramının yerini ‘mutluluğu arama hakkı’na bırakmasını olağan karşılamak gerek. Sonuçta Amerika, yaşasın teşebbüs hürriyeti! Konu ile ilgili yazan Liberal aydınlar bu maddenin bireyin mutluluğu da dahil hakları üzerinde devletin müdahale edemeyeceği bir özgürlük alanı yarattığını söylüyorlar. Kendi adıma özgürlük ve mutluktan Amerikan toplumunun ne anladığını, toplumsal ve sosyal haklar üzerine söz söylemeksizin insan mutluluğundan söz etmenin eşitsiz bir yaşamı normal kılmak anlamına gelip gelmediği gibi soruları bir an olsun unutuyorum ve mutluluğun Anayasal bir hak olması kulağıma hoş geliyor. Bizim anayasamızda yer almaması kaydıyla. Neden mi?

Malumunuzdur bizim hak kavramı ve haklarla ilişkimiz netameli. Bir sokak röpörtajı yapıp vatandaşlara ‘mutluluk hakkı Anayasa’da yer almalı mı?’ diye sorsak; Beşiktaşlılar’ın 'biz Baba Hakkı(Yeten)’dan başkasını tanımayız' demesi, arabeskçilerin de Hakkı Bulut’u ne kadar sevdiklerini anlatması muhtemel. Her ne kadar devletimiz hem yasalarında hem de imza attığı uluslararası sözleşmelerde çalışma hakkı, konut hakkı, örgütlenme hakkı, ifade hürriyeti hakkı gibi bir dizi hakkı kabul etmişse de toplumca bizim payımıza haklardan çok haklara koyulan yasaklarla muhatap olmak düşer. Bizim ekseriyetle yasalarla ilişkimiz ya kendimize ya yakınlarımıza açılan davalar dolayısıyladır. Mesela önceden haber vermeksizin barışçıl toplantı, gösteri ve yürüyüş yapmak Anayasamızda bir haktır. Lakin biz bu hakkı ne zaman kullanmaya kalksak, kendimizi 2911 sayılı yasa(Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu) nedeni ile hakim karşısında buluruz. Hatırlarım 90’lı yılların sonunda 2911’den açılan davalar iyice çoğalınca bir öğrenci dergisi yasa maddesi ile ilgili dönemin popüler şarkısına atfen vaziyeti özetleyen bir başlık atmıştı; ‘Hak mısın bize yasak mı?’.

Buna mukabil açıkça tarif edilmese de bizim Anayasamızda da mutluluk hakkının örtük biçimde yer aldığı yorumunu yapan hukuçular var. Mesela kavramı benimle tanıştıran Anayasa Hukukçusu dostum Anayasanın 5. Maddesinin bu şekilde yorumlanabileceğini düşünüyor. Gerçi yalan yok. Ben, yıllar sonra yeniden kıymetlendirilen Gezi Davası’nı izlemeye gidene kadar Anayasa’mızın yürütme yetkisi ve görevlerini tanımlayan 8. Maddeden ibaret olduğunu sanıyordum. Oysa Avukatların savunmasından öğrendiğim ki devletin de vatandaşlara karşı bir dizi yükümlülüğü varmış. Bizim vatandaşlar olarak Anayasa ile güvence altına alınmış bir dizi hakkımız (25. madde: Düşünce, vicdan ve kanaat hürriyeti, 28. madde: Basın hürriyeti, 33. madde: Dernek kurma hürriyeti v.b.) varmış. Anayasanın bu bölümü pek kullanılmadığından haberimiz yokmuş. Hadi canım demeyin, savunma yapan avukatların yalancısıyım.

İşin doğrusu hukukçu olmadığımdan Anayasa’nın 5. Maddesi mutluluk hakkını içerir mi, böyle yorumlanabilir mi bilmiyorum. Ama şahsen ben bir yurttaş olarak böyle bir maddenin anayasamızda açıkça yer almamasından son derece memnunum. Niye demeyin, haklar ve yasalarla ilgili durumumuzu yukarıda detaylıca anlattım. Buna bir de bizlerin yaygın biçimde arabesk müzikten hoşlanan, melankolik insanlar olduğumuzu ekleyin. Biz ki Cemal Süreya seven, ‘benimle mutsuzluğa da var mısın' diyen insanlarız. Olur da durgun halimiz yetkililerce mutsuzluk olarak algılanır, yok yere Anayasal düzene muhalefetten yargılanmayalım. Bir de rakı sofrasında hüzünlenip, suçu toplu halde işlersek, başımıza geleceği düşünmek bile istemiyorum. İyisi mi böyle kalsın.