Ülkede gündem öyle hızlı değişiyor ki, takip etmek mümkün değil. Daldan dala atlayan maymunlar gibi her gün yeni bir gündemin peşine takılıyoruz. Önceki akşam Leman’a yapılan saldırılar sonrasında Sevgili Elif’le (Parla Kurtay) konuşurken konu buraya geldi. ‘İktidar tüm tuşlara birden bastı, neyi nereyi, kimi savunacağımızı bilemez olduk’ sonucuna vardık. Sabahında ise İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik operasyonla uyandık.
Yaşananları anlamak, yorumlamak, üzerine birkaç söz etmek fırsatını bulamıyor, ya da ‘Durun ne oluyor’ diyemiyoruz. Neyi yaşadığımızı bile tanımlayamıyoruz. Kimine göre yargı yoluyla yeni bir rejim inşa ediliyor, kimine göre de darbe yapılmak isteniyor.
AYM kararlarının uygulanmadığı, anayasanın askıya alındığı bir ülkede, ‘Bu kadarı da olmaz’ diyebileceğimiz her şeyin yaşanmasının mümkün olduğunu artık biliyoruz. Baskıların sistematik şekilde artması, saldırıların, tutuklamaların, göz altıların birbirini izlemesi ve yaşanan tüm hukuksuzlukların iktidarın işaretiyle gerçekleşiyor olması da buna işaret ediyor.
Özellikle19 Mart sonrasında yaşananları değerlendirdiğimizde, iktidarın sadece siyasi rakiplerini hedef almakla kalmayıp, toplumun nefes aldığı yaşam alanlarını da yok etmek istediğini görüyoruz. ‘Aile Yılı’ etkinlikleri adı altında cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren, gazetecilere, hatta sokakta ağzını açana yapılan göz altılarla ifade özgürlüğünü yok sayan, seküler yaşamı tehdit eden hamlelerle baskı rejiminin kökleşmeye başladığına tanık oluyoruz.
Son 4-5 günde yaşananlara şöyle bir bakalım. Bir parkta düzenlenen etkinlikte TİP Parti Meclisi Üyesi İrfan Değirmenci’nin ters kelepçeyle gözaltına alınması, savaş karşıtı mesaj vermek amacıyla çizildiği belirtilen karikatür bahane edilerek Leman Dergisine yapılan saldırı, kolluk kuvvetlerinin buna seyirci kalması, saldırganların ‘ya onlar ölecek ya biz’ türünden konuşmaları… Tüm bunlar iktidarın elindeki enstrümanın sadece yargıyla sınırlı olmadığını gösteriyor. Kolluk kuvvetlerinin yanı sıra onların desteğiyle sokağa inen militanlar da kökleşmeye başlayan bu rejimin parçaları.
Süreç, her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Adaletsizliklere, hukuk dışı uygulamalara her gün bir yenisi ekleniyor. Yaşananları sadece kınıyor, kimin duyacağını umuyorsak şikâyet ediyor, sözümüzün bittiği yerde de ‘Geçit vermeyeceğiz” diye dikleniyor, hatta ‘Hesap soracağız’ diyerek, güya efeleniyoruz.
Ne var ki çember,’ geçit vermeyeceğiz’ diyenlerden geriye sadece kınayanlara, hatta sessiz kalanlara doğru daralıyor. Farkında olmadığımız şey ise olduğumuz yerde debelenip, sıramızı beklediğimiz.
Merak ettiğim ise şu: Nereye kadar bekleyeceğiz ve topyekûn bir karşı duruşu becerebilecek miyiz?