Son yirmi yılın kaçınılmaz sonunda ve Cumhuriyet’in ikinci yüz yılına girişte, Türkiye siyaseti içinde kurucu bir unsuru veya böylesine bir misyonu tartışıyor olmamız; barış, adalet ve eşitlik mücadelesi verenler için olumlu bir gidişattır. Her olumlu seyirde, frene basıp “burada bir yanlışlık olmalı” paranoyası ile hareket eden iki muhalif kesimle karşılaşmamız ise tahlil edilmesi gereken öneme sahiptir. Bu iki kesimden biri, daha çok bugün seküler milliyetçilikle haşır neşir olmuş, daha çok örgütsüz ama bir siyasi partiye kanalize olmuş, politikalarına endekslenmiş bir kesimken diğeri, uzun yıllar siyasi arenada rol alamamış fakat örgütlülüğünü hiçbir zaman kaybetmemiş, çizili bir stratejisi olmayan, bir varlık mücadelesine dönüşen dolayısıyla reel siyaset üretemeyen hatta kalan belirli sol kesimdir. Ancak eşitlik, barış ve adalet mücadelesi söz konusu olduğunda, zaten ilk kesimin böyle bir derdi olmadığı aşikârdır. Piyasa çıkarına milliyetçi kodlarla hareket eden bu kesimin siyasi temsilcilerinin paranoyası, elbette, sermaye yerine emeğin lehine bir ekonomi ve eşitlikçi kodlardır.

Türkiye siyasetinde geçmiş deneyimlerden de tecrübe ettiğimiz; solun nefesinin seçim zamanı kesildiği, yılın 364 günü siyasetin orta yerinde, 1 günü ise ortadan kaybolduğu sahneyi hepimiz hatırlarız. Bu bir günlük kayboluş, solun uzun yıllar, geri kalan 364 günde yok oluşuna neden oldu. Solun yok oluşunun tek ve biricik sebebi bu değil tabii ki. Ancak çuvaldızı kendimize batırdığımızda bu tabloyu gözler önüne sermek bizce haksızlık sayılmayacaktır. Solda, sınıf hareketinin sınıf mücadelesinin önüne geçtiği, devrimi bir “süreç” yerine bir “an” a sıkıştırdığı, “öncü” örgüt veya partisini “dışarıdan bilinç taşınması” göreviyle, kendisini, sınıfa yönelik tek taraflı özneleştirdiği, dolayısıyla sınıfı nesne konumuna ittiği ve sosyalizmi bir mücadele hattında değil, kapitalizmin ideolojik boşluğunu doldurup “hegemonya” yaratması noktasında stratejisini çizdiği görülmektedir. Bu tabloya ister yanılsama, ister yanılgı, isterse de yanlış deyin. Ancak kesin olan, bu tahlillerin ve tahlillere göre yürütülen stratejinin günümüzde hiçbir gerçekliğinin olmamasıdır. İşte solun içerisindeki bu verili durum, solda kitleselleşme, radikal reel politik bir hattı izlemeyi gerektirdi. “Bizim sınıf ne olacak” denir ve illa “bizim mahalle” ye bir şey söylemek gerekirse o da şudur; Sınıf mücadelesi, sınıf hareketinden farklı olarak her uğrakta varlığını sürdüren, kesintisiz bir süreçtir ve proletarya bu kesintisiz sürecin öznesidir. [1]

Bugün, Erdoğan’ın gidişinin aynı zamanda Saray Rejiminin yıkılması anlamına geleceği tabloda, otoritede oluşacak boşluğu tartışmak, aynı zamanda Cumhuriyet’in ikici yüzyılının kurucu unsurlarını tartışmaktır. Böylesine bir tartışmada solun ve sol söylemlerin de bir seçenek olması, ileride görülen “sol kabarma” ya işarettir. Bugünkü verili durumda, solun bir seçenek haline gelmeye başlaması, kuşkusuz, Gezi’dir, Gezi’den alınan derstir. Ancak sol kabarma, Metin Çulhaoğlu’nun yine ufuk açıcı tespitine göre, tarihsel dönemlerde sağın tepkiselliklerini önceleyen konumdayken bugün, sağ tepkilerin ardından gerçekleşmektedir. “…ülkedeki sol (kabarma olmasa bile) canlanma, Saray Rejiminin öncülü değildir, onu öncelememektedir; Saray Rejimine tepki olarak sonradan gelmektedir.”[2] Dolayısıyla seçimlere iki ay kala AKP karşıtlığını, aynı zamanda AKP’lileşmiş bürokrasi ve AKP’lileşmiş sermaye karşıtlığı anlamına geleceğini ana muhalefete de gösteren, kabul ettiren de sol canlanmadır.

Metin Çulhaoğlu’nun yukarıda belirttiğim tespitinde, günümüzde sağ popülizmin “güncel tehdit sayılan bir sol kabarmaya yönelik tepki değil, doğrudan doğruya kapitalizmin krizinin sonucu” olduğu şeklindeki yaklaşımından yola çıkarsak, ilerleyen dönemlerde krize karşılık bir alternatif sunan, bunu doğrudan toplumsal muhalefetle gerçekleştiren, demokrasi mücadelelerini göz önünde bulunduran ve burjuva demokrat özlemleri sosyalizmle endeksleyen bir sol kabarma mümkündür diyebiliriz.

Kuşkusuz, Türkiye’nin kurtuluşu ve yeniden kuruluşu kitlesel ölçekte bir toplumsal muhalefet ve sol kabarma sonucunda gerçekleşecektir. Ve buna yönelik, 40 yıllık travma ve paranoyasını kenara iten bir sola hepimizin ihtiyacı vardır.

Dönem, elbette AKP’den kurtuluş dönemidir. Süreç ise aktörü olduğumuz bir Cumhuriyet’i inşa etme sürecidir.

[1] Metin Çulhaoğlu, “Lenin, Leninizm ve 1917 Üzerine Önermeler”, Komünist No: 6, İstanbul: 2017, s. 21.

[2] Metin Çulhaoğlu, “Türkiye Sosyalist Hareketi ve Bir Vizyon Bildirimi”, Komünist No: 8, İstanbul: 2019, s. 71.