Tarihsel bir sürecin içindeyken o sürece ilişkin tahlillerde bulunmak ve yorumlamak elbette zordur. Bu nedenle tarihsel mücadele, tarihsel bilinci sırtında taşır. Neticede hayatı yaşamak hayatı düşünmekten daha hızlıdır.

Bu alelacele girişi seçime 53 gün kaldığı için, hepimizin 53 tane 24 saati olmasından kaynaklı yapıyorum. Her birimiz seçimlerde belki aktif siyaset yürüterek, belki sandıkları koruyarak, belki çevresiyle konuşarak veya hepsini bir arada yaparak görev alacak. Buna bir görev diyorum; yurttaşlık görevi. Bir görevimiz daha var elbette; tarihsel sorumluluğu üstlenmek ve yola koyulmak.

Nedir bu sorumluluk?

Eminim bu yazıyı okuyanların tümünün yaşamında hayati derecede önemli, olmazsa olmazları, öncelikleri, öncelendikleri gibi insani ilişkilerden açığa çıkan etmenler vardır. Ve yine eminim ki tüm bu etmenler yüzünden bugün siyasete katılımın veya siyaset yapmanın önünde engeller mevcuttur. Ancak emin olmakla kalmadığım, aynı zamanda bildiğim üzere siyasetin bugün tüm bu engellemelere rağmen yapılmasıdır sorumluluk. İnsanın büyüteçle yaşadığı şu dönemde, bireysel gayelerimizin öne çıkması tabii ki şaşırtıcı değildir. Ancak şaşırtıcı olmayan durum tarihi açıdan da önemli değildir. Önemli olan salt, asgari düzeyde yurttaşlık bilinci ile de olsa siyaseten hareket etmektir, bir misyona sahip olmak, kurucu unsurda yer almak, söz söylemektir. Bundan bir adım gerisi klasik anlamda 10-15 yıl önceki AKP muhalifliğine benzer. Dolayısıyla sorumluluk, özellikle bugün, Cumhuriyet’in ikinci yüzyıl sapağında, hiç durmadan mücadele etmek, bu mücadeleyi örmektir. Sorumluluk, kişisel arzu ve isteklerimizden sıyrılıp reel olana toplumsal olana endekslenmektir. Sorumluluk, iktidarda iddialı olmak, bu iddiayla çalışmak ancak mütevazılıkla bu iddiayı anlatmaktır.

Kendisini sorumlu hissetmeyenlere zaten diyecek bir şeyimiz yok. Ancak sorumlulukla hareket edenlere bir de tahayyül konusunu açacağım. Türkiye’de bugün itibariyle siyasal değişmenin ötesinde, ancak bu değişimle bağlantılı, sosyal bir değişmenin eşiğindeyiz. Dolayısıyla sosyal olana dair tahayyülü genişletmek, kişisel hayat penceresinden çıkıp reel olana, yani toplumsal olana kamerayı çevirmek lazım olacak. Tarihsel sorumluluk ve toplumsala dair tahayyül, ikinci yüzyıl tartışmalarında, doğrudan bu tartışmanın öznesi ve kurucu unsurları olacak. Bu nedenle, bir Cumhuriyet inşa sürecini kaçırmak istemeyenler, bugünden, bu sorumluluğun ve tahayyülün gerekliliklerini kendi “özel” yaşamlarına da biçmeliler.

***

AKP sonrası açığa çıkan otorite boşluğunu, kuşkusuz düzen güçleri hesap etmiştir. İktidar bloğu içindeki dengeler ve değişimler neticesinde otoritenin dönüşümünü, geçirdiği evreleri hep birlikte göreceğiz. Ancak halkın, toplumsal muhalefetin doğrudan siyasete katılımını, siyasette özne olmasını dile getiriyorsak, otoriteye dair bizim de bir “iktidar gücü” olduğumuz veya “iktidara tehdit unsuru” olduğumuz söylenebilir. Fırtınanın dinmesinde güçlenen sol bir seçenek, sola ait veya solun ürettiği değerlerin yükselişi, ileride sol bir paradigmanın siyasal alanda ve akabinde ideolojik alanda alternatif hale gelmesine yol açabilir. Dolayısıyla bu ihtimal, otorite konusunda solu söz sahibi yapar. Ancak bu ihtimalin olasılığı, şüphesiz, siyasi mücadeleler sonucunda berraklaşır.

Buraya kadar sorumluluk, tahayyül ve siyasi mücadeleden söz ettik. Bunlardan herhangi birinin eksikliği bir diğerinin doğmamasına neden olacaktır. Dolayısıyla sorumluluk olmadan tahayyülün, tahayyül olmadan siyasi bir mücadelenin anlamı kalmayacaktır. “Zamanların en kötüsünde” umudu, sorumlulukla sarıp tahayyülle geliştirip siyasi mücadeleyle gerçekleştirmek, hiçbir şey ifade etmeyenler için dahi tarihi bir görevdir. 100 yıldır yuvasında kıvranan, her siyasi değişiklikte umutsuzluğu yeniden üreten, yerini, yönünü bir türlü bulamayanlar için önümüzde iki seçenek bulunmakta. Ya bu tarihi göreve bürünecekler ya da yataklarında acıyla kıvranmaya devam edecekler. “Acıların en büyüğü mutsuz günlerde mutlu günleri anmaksa” ya acıların en büyüğünü yaşayacaklar ya da zor olanı, eyleme kapasitelerini hakim kılacaklar. Sonuçta özlemek gerçekleştirmekten daha kolaydır. Ancak daha kolay olan daha çok acı verebilir. O nedenle, zor olanı ancak imkansız olmayanı, daha ileri bir Cumhuriyet’i, geçmişe dönük özlemlerle gerçekleştiremeyeceğimizi bilerek, ileri dönük sorumluluk, genişletilmiş tahayyül ve örgütlenmiş siyasi mücadeleyle kuracağımızın bilincinde olmak ve yola koyulmak, “şimdi ne yapacağım” sorusunu soranlar için ilk adımdır. Kolay olmayacaktır fakat zaferi de şanlı olacaktır.