Bir devir kapanıp bir devir açılırken, bir yüzyılın ardından, 40 yıllık yıkımın altından kalkarak seçimlere giriyoruz. Bu aynı zamanda bir silkiniş dönemidir. 100 yıllık bir yorgunluğu üzerinden çekip atma devridir. Türkiye siyasetinin yeniden şekilleneceği dolayısıyla siyasal hareketlerin hangi boşluğa oturacağı, ekonomik, sosyal ve kültürel taleplerin hangi kanatta karşılık bulacağı, daha da önemlisi toplumsal sınıfların yeni yüzyılda hangi formları alacağına dair konuların yeniden belirleneceği bir dönemdir. Ayrıca bu dönem, Gezi’den sonra toplumun politik bir yön bulmasında, talep ve özlemlerini karşıladığı bir akımı takip etmesinde ve bizzat bu akımın yaratıcı bir itkisi olmasında belirleyici olacaktır.

Bir adım geri çekilip ufka baktığınızda, önünüzde insanlık tarihinin -en azından bizim için- elli senelik bir zaman dilimi bulunmaktadır. Bu yarım asırlık devrin kurucu kuşakları demografik olarak çok çeşitlidir. Çünkü hem içinde bulunduğumuz yüzyılın kısa sürmesini sağlamaya çalışan hem de yeni yüzyılda solu yeşertmeye çalışan kuşaklar ortaktır. Yani bir yüzyılı yıkan, bir yüzyılı kuran olacaktır. Bu durumun bir kuşak özelliği olarak ne tür avantajları ve dezavantajları var şu anlık bilemiyoruz. Ancak 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda doğanlar bir tür “kurtarıcı” olma, “direnme”, “savunma” ve “püskürtme” kavramlarıyla haşır neşir olmuşlardır. Ancak Metin Çulhaoğlu’nun da belirttiği gibi, yeni yüzyılın kurucu kuşakları da bu yıllarda doğanlar olacaktır. Biraz önce belirttiğim kavramlardan sonra, yeni yüzyılda, bir çeşit “kurucu” kavramlarla hemhal olunacaktır. Olunmalıdır.

İnsanlık tarihi için elli yıl bir hiç neredeyse, biliyoruz. Ancak yüzyılın ilk yarısında özellikle ilk çeyreğinde doldurduğumuz siyasi alanlar, bir sonraki kuşak için yeni bir zemin olacaktır ve bu yeni kuşak ayaklarını o zeminin üstüne basarak yeni bir boşluğa uzanacaktır. Yarım asrı, insanlığın, emeğin lehine ne kadar çevirebilirsek, siyasal alanı solun nefesiyle ne kadar doldurabilirsek, geriye kalan ideolojik alan da bu yönde biçimlenir. Tam tersi mümkün değil. Yani ilk ideolojik olarak bir değişim beklemek ve böylece siyaset sahnesine çıkmak gerçekçi değil, olmadığını da gördük. Örneğin bugün, toplumun büyük bir kesimi AKP’den kurtulmak istiyor. Bu talebi karşılamak üzere gerçekçi bir yol çizmelisiniz ve bugün siyaset sahnesinde bu talebi karşılamak üzere bulunmalısınız. Ki yarın kurucu misyonunuzla, yeni bir talebi oluşturabilesiniz. Bu siyasi alanın ideolojik alanla ilişkisidir. Bir siyasi partinin saman alevi gibi yanıp söneceğini işte bu ilişkiden yola çıkarak anlıyoruz. Veya toplumda kök salan bir ideolojiyi, siyasi temsilindeki partinin veya hareketin doldurduğu boşluklara bakarak çıkarsıyoruz.

Topluma ideolojisini kök salmış bir siyasi parti bir hafta sonra iktidarda olmayacak. Ancak kökleri, toplumda yarattığı düşünüş tarzı, bürokrasideki geleneği, sosyal, kültürel anlamdaki çöküşü, kitlelerde inşa ettiği yoksunluğu, şiddetin meşruiyeti, toplumu depolitize etmesinin etkisi devam edecek. Normal olan da bu zaten. Yani bir ideolojinin kökünü saldığı boşluğu bulduğumuzda, yani o ideolojinin siyasi aktörünü devirdiğimizde, geriye kalan ideolojik kalıntıyla mücadele etmek siyasetin tabiatında var. Bu mücadele, bizim için yeni yüzyılda hiç de kolay olmayacak denilebilir. Neticede Türkiye siyasetinin en kalabalık sağ kanadının olduğu bir parlamentoda solu büyütmeye çalışacağız. Bir tarafta Yeniden Refah’lı, Hüda-Par’lı, AKP’li, MHP’li kanat, diğer tarafta İYİP’li, Saadet’li, Deva’lı, Gelecek’li kanat. Tüm bu patron lehine, ırkçı, cinsiyetçi, gerici bloklara karşı Emek ve Özgürlük İttifakı mücadele edecek. Bu elbette kolay değil fakat siyaset yapıyorsak bir yol çizeceğiz. Eğer işçi sınıfının lehine, kadından, emekten, ezilenden yana bir ülke düşlüyorsak solu büyütmek zorundayız. Önümüzde duran (gençler için) elli senelik ömrü sömürüsüz, eşit ve özgür bir dünya hayali kurarak geçireceksek, bugün solda yer almak zorundayız. Kalan yarım asırlık küçücük ömrümüzü, iyilikten, güzellikten, barıştan, kardeşlikten yana düşleyeceksek, bugün solu büyütmek için çaba sarf etmek zorundayız. Bugün ise sevgiden, paylaşmaktan, dayanışmadan söz edeceksek, önümüzde duran elli seneyi hayal etmek zorundayız. Çünkü kolay olmayan bir süreci ancak zorlayarak yürütebiliriz. Bu süreci amasız fakatsız solu yeşerterek, solu büyüterek atlatabiliriz. Yeni bir yüzyıldan söz edeceksek, bu, ancak solun damgasını vurduğu bir yüzyıl olabilir. Aksi takdirde bir yüzyıl daha kaçar.