“Bu düzende akıllı kalmak, bazen yalnızca deliliği ertelemektir.”

Her gün, milyonlarca insan uyanıyor.

Aynı saatlerde, aynı yollarda, aynı işlere gidiyor.

Ve çoğu, artık neden yaşadığını hatırlamıyor bile.

Ve sürüp giden bu döngüye“hayat” deniyor.

Ama bir süre sonra anlıyor insan: Bu aslında bir bekleyiş.

Ay sonunu, terfiyi, belki emekliliği — ama en çok da bir mucizeyi.

Neoliberal kapitalizmin “normal”i,

İnsanı makinelerin ruhsuz üretim planlarına indirgiyor.

İnsan ilişkileri, ekranların soğuk ışığında çözülüyor.

Sevgi; reklam aralarında unutulan bir duygu artık,

Umut; sabah mesaisiyle bastırılan bir hayal tatlı bir düş.

Bu düzende “akıllı” kalmak bir erdem mi ,

Yoksa teslimiyetin yeni adı mı?

Bazen düşünüyorum:

Delirmemek için susmak mı daha mantıklı,

Yoksa susmamak uğruna delirmek mi daha insanca bir tutum?

Rosa Luxemburg, yüzyıl önce şöyle diyordu:

“Ya barbarlık içinde çöküş ya da sosyalizm.”

Bugün, o barbarlık artık tanklarla değil —

Yoksullukla, yalnızlıkla ve algoritmalarla geliyor.

Herkes çalışıyor ama kimse geçinemiyor.

Herkes çevrimiçi ama kimse birbirine dokunamıyor.

Herkes hayatta ama kimse yaşamıyor.

Akıl sağlığımızı “korumak” adına içine çekildiğimiz sessizlik,

Aslında sistemin bize biçtiği görünmez bir pranga.

Oysa Antonio Gramsci, faşizmin gölgesinde kaleme aldığı defterlerde,

Bir çıkış yolu ararken şöyle yazmıştı:

“Gerçek, devrimci eylemin temelidir.”

Ve gerçek şudur ki :

Bu düzen, sürdürülebilir değil.

Bu çark, insan ruhunu öğütüyor.

Ve susmak, ona ortak olmak anlamına geliyor.

Bu yüzden, delilikle suçlanma pahasına da olsa

Konuşmak, direnmek ve düş kurmak gerek.

Çünkü bu dünyada hâlâ adalet mümkün.

Çünkü düş görenler, sabahı inşa ederler her zaman.

Unutmayalım ki değerli okuyucu:

İnsanca bir hayat, ancak insanca bir düzenle mümkün olacaktır.

Ve bu düzen, bu şekilde devam etmeyecektir.

Şimdi bu bilgilerin ışığında sorulacak soru şu ;Susarak mı korunur insan, yoksa direnip delirerek mi?