Kurtuluşçular, kendilerini anlatıyor
Siyasal rakiplik ateşi, kendi boyunu aştı, ülkenin gündemine oturdu. Hak, hukuk, adalet sadece kanun kitaplarında ya da lafta kaldığı için herkes öfkeli alabildiğine. Öyle bir doldu ki, işçiler alacakları ücretle geçinemiyor, öğrenciler -eğitim yerlerde sürünüyor- dur durak beklenmeksizin gözaltına alınıp tutuklanıyor, sınavlarına girmeleri engelleniyor. Üniversitelerin mezuniyet törenlerinde diploma yerine sembolik verilen -çoğunluğu da boş- kağıdı yırttığı için soruşturmaya uğruyor. Bırakın yoksulluğu, açlık sınırına bile ulaşamıyor çalışanların kazandıkları. Bunların hepsi sadece iktidar koltuğunu bırakmamak için.
Sosyalistler, bir dönem, yönetenlerin yönetememe, yönetilenlerin de yönetime tepkilerini “devrim” işareti olarak görürdü. Ancak sosyalistler (adları ve örgütleri ne olursa olsun) halkla, eskisi kadar kolay bağ kuramıyor. Bunun nedenleri olmalı…
Hesabını vermek mi, yüzleşmek mi?
“Kasabanın Devrimi, 1970’li Yıllarda Bulancak” kitabı, aslında belki de bunun yanıtını içeriyor. Nuri Ödemiş, “Yolu kendi açıp kendi yürüyen gençlerdik biz” diyor. Bu önemli, önemli olduğu kadar gerekli, gerekli olduğu kadar üzerinde durulması ve en az bir o kadar da yüzleşilmesi gereken bir söz. Fatsa, yerel yönetim deneyimiyle, devrimcilerin kitlesel zemin bulabildiği bir ilçe; Bulancak da öyle… Sosyalistler, Bulancak’ın ne denli gelişkin olduğunu bilseler(di), orada da belediye seçimi kazanılabilir ve kamu yararına bir şeyler yapılabilirdi. Biraz niyet okumak gibi, ama belki o zaman 1980 Temmuz’unda, Fatsa’ya “nokta operasyonu” yapılamazdı; o güce karşı çekinirdi siyasal iktidar.
Bun(lar)a bağlı olarak, Fatsa’nın da, Bulancak’ın da daha çok yazılması, izlenmesi, duyurulması gerekir. Nuri Ödemiş’in sözlü tarih yöntemiyle yazdığı kitap, bu anlamda ilk adım olmakla birlikte yetersizlikler de içeriyor. “Kasabanın Devrimi, 1970’li yıllarda Bulancak” birçok bilgi ve belgeyle daha yaygınlaştırılması amaçlı belgesel bile olabilir; kuşkusuz üzerinde biraz daha çalışılarak.
Sözlü tarih niteliğindeki kitapta, THKP-C ve DEV-GENÇ ardılı Kurtuluş’un, kitleselleşmenin güçlenmesi için Bulancak’ta nelerin yapıldığı, nasıl bir çalışma yürütüldüğü anlatılıyor. Nuri Ödemiş’in bu çalışması, doğrudan veya tek başına kendi anılarından/tanıklıklarından oluşmuyor; birlikte mücadele yürüttükleri arkadaşlarının da görüş ve belgelerini içeriyor. Pahalılık ve karaborsaya karşı, kasabanın üretimi fındık olduğu için de “fındıkta sömürüye son” çalışmaları ve eylemleri yapıyor Kurtuluşçular. Zaten onların dışında da başka siyaset yok. Öyle ki, belediye ile de iyi ilişkiler kurmuşlar, kaymakamlıkla da… İmzalı ya da imzasız bildirilerini “izinli” dağıtıyorlar, “korsan” mitinglerini bile kitlesel ve uzun yapıyorlar. Ödemiş’in, yukarıda alıntıladığım cümlesi, bir yanıyla merkezi yapıyla bağlantıları olduğu halde kendi başlarına yürüdüklerini belirtiyor. Fındık işleme fabrikalarındaki sendikada yönetime değilse bile söz sahibi olabilecek yere geldiklerini, bunu kendilerinin başardığını söylüyor.
Ağırlıklı olarak Samsun merkezli çalışmalar yürüttüklerini, diğer kent ve kasabalara yetemediklerini yazan Murat Tıkıroğlu, kitabın önsözünde, “Biz, THKP-C geleneğinin iki büyük grubu arasında hâlâ birlikte olma, en azından pratik konularda birlikte davranma umuduna sahiptik” diyor. Geçmişin geçmişte kalmadığını, sosyalist solun birlik gündeminin önemini koruduğunu vurguluyor.
“Birlik” bu kadar önemliyken ve birlik için en çok çaba harcayan örgütlenmeyken Kurtuluş, kendi içinde paramparça oluyor. Bunun, gerçekten iyi araştırılması, ders(ler) çıkarılması, geleceğe yönelik belirleyici olduğunun kavranmasının altını çizmek gerekir.
Eteklerde biriken taşlar ne kadar doğru!
“THKP-C Kurtuluş-2 (1976-1980 Dönemi)” kitabında Şaban İba, örgütün (kendisi çerçevesinde) resmi tarihini yazdığını belirtiyor. Kurtuluş, 1974’te dışarı çıkan THKP-C militanlarının yeniden ama bu kez daha doğru, daha kapsamlı, daha politik örgütlenme gerekliliğini vurgulayarak çıktı. İba, gerek aynı kitabın birinci cildinde, gerekse bu kitabında, hatta görünen o ki, bu çalışmanın çıkması muhtemel diğer kitaplarında da yapılanları, söylenenleri, yaşananları -tabii ki, kendi bakışıyla ve kesinlikle öznel- anlatacak.
Nuri Ödemiş’in bakışıyla Şaban İba’nın bakışı bir yerde çelişiyor: “Siyasal önderlik anlayışı ve örgütsel işleyiş konularında Marksist gelenekte yaşanılanlardan gerekli dersleri çıkaracak kadar tecrübemiz de vardı. Ancak siyasal ve örgütsel adımlar atarken yoğun bir şekilde yaşadığımız Dev-Genç pratiğinden edindiğimiz alışkanlıklarımızla hareket etmeye başladık.” Ancak ’68 dönemini anlatan kitaplardan da biliyoruz ki, Dev-Genç’li öğrenciler, özellikle köylülerin (o zamanki demografik yapıyı göz ardı etmeyin) köy ve kasabalarda yoğun çalışma yürüttüklerini biliyoruz. Kronolojik olarak, 1976-1980 dönemindeki yapılanları, yaşananları, sosyal, siyasal, ekonomik, askeri, örgütsel her şeyi sıralayan İba, “Biz, işçici bir örgüt olarak Kurtuluş’ta iki şeyi çok önemsedik. Bir, işçi sınıfının merkeze konması ve işçi sınıfı temelli bir siyasal parti denmesini; iki, Kemalizm eleştirisini çok önemsedik” diyor. Bulancak’ta (aslında birçok il ve ilçede) merkezden bakıldığı gibi yürümemiş işler. Murat Tıkıroğlu da Karadeniz’in en büyük ve bağlantı yolu olması nedeniyle de stratejik Samsun merkezli çalışmaları sıralarken, ağırlıklı olarak Samsun’u ele alıyor. (Tabii ki, yaşadığı yer olması nedeniyle, daha çok Samsun’da yaşananları ve olanları bilmesi doğaldır. Ancak Karadeniz DEV-GENÇ Genel Başkanı olması, Kurtuluş Bölge yönetiminde bulunması nedeniyle oralardakileri de ayrıntılı bildiğini düşündürtüyor bize.)
Dilerseniz, bunu da Şaban İba’nın kitabından bir alıntıyla bağdaştırayım; Kurtuluş örgütünün kurulması ve üye kaydedilme(me)si ile oluşturulan GO-GMO-GMK’nin aldığı kararları kendi içinde de gizlediğini yazıyor: “Adeta ‘örgüt içinde örgüt’ gibi Marksist ilkelere ve yoldaşlık ilişkilerine uygun olmayan tarzda özel ilişkiler şeklinde sürdürüldü.”
Kimse gocunmasın ama…
“Küçük Burjuva Devrimciliğinin Sefaleti” alt başlığıyla yayımlanan “Proletarya ve Ev Ekonomisi Kölesi Kadınlarımıza Baldırıçıplaklar-3” kitabında Avukat Recep Kaygusuz, özellikle 12 Eylül sonrası -yine kişisel- anılarından yola çıkıp birçok insanla da görüşüp belli bir çerçeveye oturttuğu eleştirilerini sıralıyor.
Kurtuluş, 9 cilt halinde yayımlanan sözlü tarih çalışmalarından da biliyoruz (Kurtuluş Kendini Anlatıyor, Dipnot Yayınları), birlik için en çok çaba harcayan, birlik uğruna kampanyalar ve eylem birlikleri yapan bir grup. Ancak o duruma gelmiş ki, birlik diye diye kendi varlığını bile böl(ün)erek yok etmiş.
Recep Kaygusuz, 12 Eylül sonrası yaşadıklarını anlatıyor. İçeri düşen ve idam cezası alan gençlerin kurtulabilme olanağı varken avukatların gerek korkudan gerekse farklı mazeretlerle karar duruşmasına gitmediklerini, tutuksuz yargılananların da yeniden tutuklanmaktan çekindikleri için özellikle kaçındıklarını yazıyor. Bu, önemli bir durum; çok önemli hem de. Aldığı duyum çerçevesinde, hâkimlerin başka yere atandıklarını ve gideceklerini, karar duruşmasının ertelenmesiyle birçok arkadaşın belki de ceza bile almadan (hem zaten suçları yok ki!) kurtulabileceğini söylemesine; kendisininse deyim yerindeyse takla atarak, savunmasını alabildiğine uzatmasına karşın yeterli olamadığını yazıyor.
Ev ekonomisi kölesi…
Erkek egemen toplumun sosyalist örgütlenmeleri de hem merkezi hem de erkek egemen olur. Hemen bütün örgütlerce, kadınlar, hak ettikleri konumda değil, lojistik olarak değerlendirilir. 12 Eylül öncesinde de böyledir bu, sonrasında da… Ne zaman ki, kadınlar, “susmuyoruz, durmuyoruz, itaat etmiyoruz” diyerek başkaldırırlar; konjonktür o zaman değişir. Ancak o zamanki örgütlülüklerde kadınlar yoktur. Örneğin Kurtuluş örgütünde, bir üye kadındır sadece. Gerçi, birçok militan kendisini üye sanarak aktif mücadele içinde, gerekirse kurşunlara karşı göğüs germiştir…
Recep Kaygusuz’un, arkadaşlarıyla ve kendi eşi, oğlu ile arkadaşlarının eşleri ve çocuklarıyla verdikleri, özellikle parasal mücadele değme filmlere taş çıkartacak denli önemli. İnanılmaz bir imece yaşanıyor, bir yanda gizlilik, bir yanda kaçaklık, bir yanda da yaşam gailesi ama en önemlisi de sosyalist mücadelenin verilmesi için örgüt(lülüğ)ün sürdürülmesi… Kendisi ve arkadaşı (Karadeniz Dev-Genç Genel Başkanı Murat Tıkıroğlu) yakalandığında, eşlerinin örgüt tarafından korunup kollanmaması, bazılarının ayrı tutularak “başlarının çaresine bakmaları” istenmesi Kaygusuz için bir dönüm noktasıdır. Kabul edemediği bir şeydir bu yapılan; “kadın başına” sokakta kalan eş ve çocukları unutamamıştır… hele de önce oğlunu, ardından da eşini yitirince, hiç.
12 Eylül sonrası, farklı zamanlarda içeri giren Recep Kaygusuz, 1989’daki bir hapishane anısında, birlikte komün oluşturdukları gençlerin, 6 Mayıs’ı bilmemelerini garipsiyor. Bu garipseme, sadece kendisi (ya da oradaki tutuklular) için değil, sosyalist solun geneli için geçerli. Buradaki sorunun temelinde yatanları iki cümleyle aktarmamı beklemeyin, Recep Kaygusuz’un “Baldırıçıplaklar” anılarını okuyun muhakkak.
Yol ayrımı…
Şaban İba, “Kurtuluş-2 (1976-1980)” kitabında, fırtınalarla sınanmış olsa da, arkadaşlıklarının nasıl “pamuk ipliği”ne bağlı olduğunu anlatıyor. Nice işkenceler görmüşler, nice gizler paylaşmışlar, sorumluluklar almışlar, yaşamlarını hiçe saymışlar birbirleri için, ama bir çırpıda, birkaç cümleyle silip atabiliyor. Bir gizli örgüt kurmuşlar, yıllar boyu yönetmişler, birçok sorunu çözüme kavuşturmuşlar, ama bir yerler(in)de gizlediklerini 50 yol sonra ortalığa saçmaya çekinmiyorlar. İba’nın yazdığına göre, Mahir Sayın, Emniyet’ten burs alıyordur… Bunu 50 yıl sonra hiçbir maddi temel olmaksızın gündeme getirmek ne kadar doğrudur; sormak gerekir.
Dahası da var…
Ekim 1978’de, “gözdağı” olarak nitelendirilen bir operasyon yapılıyor Kurtuluş’a. Basılan birkaç evde, devletin suç saydığı kitaplar, belgeler hatta silahlar bile bulunuyor; Mahir Sayın gözaltına alınıyor. Çıktıktan sonra, Ankara’da buluşan Mahir Sayın, Kemal Kaçaroğlu, İlhami Aras, Ali Demir ile Şaban İba’nın katıldığı (Geçici Merkez Komitede yer almalarına karşın Doğan Tarkan ile İsmet Öztürk’ün bilgilendirilmediği) bir toplantı yapılıyor. Kurtuluş Kendini Anlatıyor Sözlü Tarih dizisini okuyanlar bilirler, bu arkadaşlar, bu konuyu üstü kapalı bir gözdağı olarak niteleyip anlattılar. Buna, bu kitabı yazan ve diğerlerini suçlayan Şaban İba da dâhil. O tarihten sonra yapılanlar birçok yerde birçok şekilde anlatıldı, yazıldı, belgelendi. Ancak bugün 50 yıl sonra bu kadar açık anlatıldığı için dikkat çekiyor. Peki, neden o zaman üzerine gitmediniz, neden sadece belli kişilerle buluşup konuştunuz da neye göre gizleme kararı verdiniz, toplantıya çağrılmayan arkadaşlarınız ne derdi acaba hiç aklınıza geldi mi? Bu, daha da ötelenmemeli ve herkes neler olduğunu bilmeli.
Karşı açıdan bakış…
…ama önce bir saptama: “Kurtuluş’a göre, işçi sınıfının komünist partisi sınıfın öncüsüydü sınıf da toplumsal ve siyasal devrimin. Kurtuluş hareketi, içinden çıkardığı inançlı, tutarlı komünistler ve yiğit devrimcilerine karşın, yine de küçük burjuva siyasal hareketlerin yazgısının dışına çıkamadı; onca çabaya, tartışmaya ve katkıya rağmen, oluşturucularının içinden geldiği sınıfın kimliğinden sıyrılıp işçi sınıfıyla bütünleşemedi.” Recep Kaygusuz, bunları kaydettikten sonra, birlikte çalıştıkları bir arkadaşının, “İsmet Abi ötmüş” dediğini… Yıllar önce Çarşamba’da bir yargılanmada, Hâkimin, gelen kayıtta, sabıkası olmadığı sözlerine karşı, “Kız kaçırma, silahla yaralama, kumar oynatma ve daha birçok sabıkam var” sözlerini de anımsayarak, çok daha sonra emniyet (mahkeme) tutanaklarından öğreniyor ki öyle bir şey yok. Yaptıklarını söylemiş, ama kimsenin adını vermemiş. 1991’de çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu ile birlikte yürürlükten kaldırılmasıyla bu dünyadan sabıkasız göçtüğünü yazıyor.
İsmet Abi’nin (Öztürk), duyduğunda çok üzüldüğü ama yadırgamadığı; geçmişte yaşadığı tüm olumsuz gelişmelere karşı saygısını hiç eksik etmediği, telefonda sürekli görüştüğü Mahir Sayın’ın, Samsun’daki bir toplantıda, birlikte Kurtuluş örgütünü kurdukları İsmet Öztürk ve grubu hakkında, “Doğan (Tarkan) Grubu ile bile ittifak yaparım, bir tek İsmet Öztürk’ün grubu Sokak’la ittifak yapmam! Çünkü onlar Marksist Leninist” dediğini aktarıyor. Kaygusuz’u üzen bir diğer konu da, kendisinin ve kimsenin “İsmet Öztürk ve grubu devrimci saflar içinde değil mi” diye sormaması… Kendisi ekliyor: “Sokak ile bir bağlantısı olmayan İsmet ve arkadaşları, 2001 Kasım ayından beri Kurtuluş Sosyalist Dergisini çıkartıyor.”
Koyun bile teslim etmem!
Recep Kaygusuz, Mahir Sayın’ın aynı toplantıda, “Kurtuluş Tektir Parçalamaya Kimsenin Gücü Yetmeyecektir” adlı C. Kamil imzalı sirkülasyonu (örgüt içinde bilgi paylaşımı için gizli yapılan yazışmalar) inkâr etmesini kabul edilebilir bulmadığını belirtiyor. Sayın, orada, “Biz, Doğan Tarkan’la yurtdışındayken içeride merkezde bulunanla koskoca örgütü Şaban İba’ya teslim etmişler. Ben Şaban’a koyun bile teslim etmem” diyor. Kaygusuz, tanık olarak da o toplantıda bulunan yüze yakın devrimciyi gösteriyor. “Peki, 40 yıl birlikte nasıl bir arada bulundunuz ve nasıl oldu da Merkez Komite’yi bile teslim ettiniz İba’ya” diye sormazlar mı? Kaygusuz yanıtsız kalan o soruyu soranları da aktarmış.
PKK’nin kendini feshetmesi, Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun, “Bundan sonra özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelemizi, demokratik siyaset ve hukuk yöntemiyle yürütmek amacıyla ve demokratik entegrasyon yasalarının çıkarılması temelinde silahlarımızı özgür irademizle imha ediyoruz“ açıklamasıyla silahları yakıp yeni bir (mücadele) süreci başlatması çerçevesinde, sosyalist solun da kendi geçmişine bakarak, hâlâ neden kitleselleşemediğinin altında yatan bu (ve benzer) sorunları tartışması gerekir.
THKP-C Kurtuluş-2 (1976-1980)
Şaban İba
Tarih
Favori Yayınları, 2025, 406s.
Baldırıçıplaklar-3
Recep Kaygusuz
Anı
Kendi Yayını, 2025, 398s.
Kasabanın Devrimi
Nuri Ödemiş
Anı
NotaBene Yayınları, 2025, 192s.
https://siyasihaber10.org/baldiriciplaklar-on-gun-ayakta/
https://sonhaber.ch/baldiriciplaklar-2/
https://sonhaber.ch/thkp-c-kurtulus-1-1972-1976/