Devlete karşı bir isyan, direniş!

Türkiye sosyalist hareketinin güçlü simgelerinden THKP-C, ’71 yenilgisinin ardından birçok parti, grup ve hareket tarafından ileriki yıllara taşındı. Yakın tarihin bu önemli oluşumunu, birçok insan, bulunduğu yerden, baktığı pencereden kendince anlattı. Bu kez, Şaban İba, “resmi tarih” olarak sunuyor. Resmi tarih deyince, okullarda öğrendiğimiz gibi sadece başarı ve yengilerle dolu bir tarih değil bu anlatılan, ama hepimizin içinde bulunduğu, hepimizi bir şekilde, uzak ya da yakın etkileyen, hatta belirleyen bir tarih. Çünkü gerek ’68 gerekse ’78 kuşaklarını bu dönem oluşturdu, şekillendirdi; hatta haddimi aşmayacaksam, hâlâ da o dönemin etkisiyle (belki de mirasını yiyerek) sürüyor mücadele…

Hepimizin bildiği gibi Vietnam Savaşıyla iyice belirginleşen, tüm dünyada esen rüzgârların belirlediği bağımsızlık ve sosyalizm düşüncesi Türkiye’de de kendini gösterdi. TİP, FKF, Dev-Genç ile başlayıp THKO, THKP-C ve TİKKO ile -deyim yerindeyse- el yordamıyla gelişerek devam eden süreçle başlıyor Şaban İba’nın tarihi de. Ne oldu, nasıl gelişti, neler yaşandı, kim ne yaptı ya da yapamadı, amaç neydi, hedef tutturuldu mu, “yenilgi” gerçek bir yenilgi miydi? 280 sayfalık kitabın yarısı o döneme ayrılmış. Zaten o dönemi bilemeden sonrakileri üzerine koyup da anlamlandırmak gerçekten güç. Zaten yeterli kaynak yok (olanlar da çeviri hatası ve/veya bilinçli saptırmalarla dolu), birbirlerinden görerek bir yol haritası çıkarıyorlar. Eskiler (özellikle illegal TKP, ardından Meclis’e girebilmiş TİP deneyimi yaşanmışsa da) pek fazla ayrıntı da vermedikleri için, önlerinde rehber de yok. Buna da bağlı olarak, adım adım yürümüşler, hem de “yarın öleceğiz” beklentisiyle.

Kendiliğindenci gelişme…

O dönem için söylemek gerekir; kimsenin sınıf derdi yok, olanın da sınıfla bağlantısı yok. Siyasi iktidarın karşı olması kadar, insanların da okuma alışkanlıkları yok. Hapiste bile “mavra” yapmayı tercih ediyorlar. Bu arada, Şaban İba’nın kendini geliştirmek için çaba harcadığını, özellikle ülkenin iktisadı ve sosyolojisi üzerine çalıştığını okuyoruz. Bununla birlikte, mahkemede siyasi savunma amaçlı izin alıp dava dosyalarını okuması, soruşturmaları takip etmesi de önemli kuşkusuz: “Dev-Genç’i hem kurumsal hem de ideolojik ve siyasal olarak savundum, aynı zamanda davayı başından sonuna kadar yönlendirmeye çalıştım.” Bu önemli; tarih açısından da, belge açısından da… ancak hapisten çıktıktan sonra, tüm belge ve bilgileri yanında taşımış olmasına, korumasına karşın 12 Eylül sonrasında, bıraktığı kişilerin korkudan yaktıklarını öğrenmiş.

Kalıcı belge yoksa da bellekler hâlâ taze

“Resmi tarih” dese de, yer yer ‘ben’ dili kullanılınca ister istemez Şaban İba merkezli bir tarihle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Hemen belirtmekte yarar var; bu, çalışmanın niteliğini düşürmüyor. Bu yazıya aktaramayacağım kadar bilgi yer alıyor kitapta. Kimini gizlice külotunun içinde koğuşuna götürmüş, kimini gardiyanlar aracılığıyla edinmiş (Ertuğrul Kürkçü, Mamak’a gelir gelmez, Kızıldere’de neler yaşandığını pelür kâğıtlara yazarak iletmiş)… Anılar önemli kuşkusuz, ama kişisel olanlar (Yılmaz Güney’le olanlar örneğin) “resmi tarih” niteliğinde değil, okunmayı kolaylaştırdığı da bir gerçek.

1952 tevkifatını yaşamış bir “ağabey”in, “Devrime inanmak ve devrimci olmak kolay değil. Poliste falakaya yatırıldığında ayağına sopa vurulurken ve sana ‘neden devrimci oldun ulan’ denilirken, bunun cevabını rahatlıkla verebilmelisin” sözü kulağına küpe olmuş.

Asıl süreç başlıyor…

1974’te, kimi afla, kimi cezasını tamamlayarak çıkınca, mücadele yeniden ısınıyor. Tabii, önce kişisel sorunlar… Aile ziyaretleri, buluşmaları, okul ilişkileri -bu önemli, çünkü askerlik bekliyor hepsini- derslere giren de var, girmeyen de, kantinde yeni arkadaşlar edinip kaldığı yerden sürdürmeye çalışanlar da… Potansiyel hazır zaten; yeni gelenler, o hareketli dönemin üzerinden çok zaman geçmediği için belli bir bakışla katılıyor bu yeni güce.

Kalanlar gidenlerin bayrağını devralmış olmasına karşın düşünceler değişmiş, eleştiri özeleştiri çarkları dönmeye başlamış, dünyayı daha bir tanıyıp daha bir geniş perspektifle bakmanın gerekliliği doğmuş. Bu arada Sovyetler Birliği ve Çin’e Arnavutluk katılmış, “merkez”ler üçe çıkmış, o merkezi bakış içerisinde doğan farklılıklarla fraksiyon adı verilen onlarca ayrılık oluşmuş ve birbirlerine “düşman” olmuşlar, birlikte yürümeleri gerekirken.

Onlardan biri, Şeh-Der toplantısı… Daha önce gerek Şaban İba’nın gerekse Kurtuluş’u oluşturan Mahir Sayın, İlhami Aras ve Kemal Kaçaroğlu’nun, “Kurtuluş Kendini Anlatıyor” sözlü tarih kitaplarında kısaca -üstü kapalı- geçtikleri bu önemli dönemeç, burada, bu kez daha ayrıntılı anlatılıyor. Şeh-Der toplantısı (tabii, öncesi de var kuşkusuz) neden önemli, çünkü Dev-Genç’in devamı olduğunu söyleyen arkadaşlar arasında ayrılık doğuyor. Biri Devrimci Gençlik adıyla (daha sonra Devrimci Yol), diğeri de Kurtuluş Sosyalist Dergi adıyla çıkan dergi çevresinde oluşan Kurtuluş örgütü.

İlkelerde savaş, devrimci kardeşlik!

Kurtuluş grubunu oluşturacak Mahir (Sayın), İlhami (Aras), Kemal (Kaçaroğlu) ve Şaban (İba) belirli ilkelerle çıktılar ortaya: ’71 Direnişi bir “Yol Ayrımı”dır. Kemalizm, Ulusal Sorun ve Öncü Savaşı gibi tezlerin hatalarını ortaya koyarken “özeleştiri” yapılması. Devrimin, (muhakkak ki işçi-köylü ittifakıyla) işçi sınıfının önderliğinde, silahlı mücadeleyle gerçekleşeceğini kabul etmek. Partileşme yolunda hızla yol almak. Türkiye’ye özgü devrim yolunun teorik ve siyasal tezlerini geliştirmek… Bu çerçevede; antiemperyalist, antifaşist ilkelere Kurtuluş öncülüğünde (daha önce dillendirilse de, yaygınlaşması ve kitlelere ulaşması sağlandığı için) antişövenist de ekleniyordu. Sadece devrimci gruplar arasında değil demokratik kitle örgütlerinde de bu ilkeler çerçevesinde iletişim kuruluyordu…

Tartışma fitili ateşleyen öncü savaşı ve özeleştiri konusuydu, THKP-C devamı olduğunu söyleyenler arasında.

Üstten bakış

“Ev sahipleri kendilerinin bir ‘merkez’ olarak kabul edildiğini varsayarak gelecek tahayyülleri kuruyorlardı. Politikada yeni bir başlangıç için hayati önemde olan uygun yer ve zamanlama ve iyi düşünülmüş bir planlama yapılmamış, daha doğrusu bu tarihsel evrenin ‘rasyonel’ tarzda aşılması gerçekleştirilememişti. Dönemin gerektirdiği siyasal önderlik ihtiyacına ve taleplerine yanıt verecek araç ve gereçler de yoktu” cümlesiyle özetliyor bu durumu Şaban İba.

Haklıydı aslında. Bir “ben bilirim”ci tavır, ego yüksekliği, en iyi, en doğru, en güzel olma hali vardı üzerlerinde. Bu, doğal olarak çevreye de yayılıyor, buna da bağlı olarak ayrışım “en doğru biziz” diye yansıyordu. Bu, sadece Kurtuluş için değil, Sovyetçi, Çinci gruplar dâhil tüm fraksiyonlar için de geçerliydi. Ama “güçlü” gruplarda çok daha belirgin gözüküyordu.

Diyalektik açıdan da bu gidişatın sonu yoktu, olamazdı; çünkü hiçbir şey durduğu yerde durmuyor, sürekli devinerek gelişiyor, değişiyordu. Tepede (merkezde veya dergi/gazetelerde) yazılan bir analiz, tabana yayıldığında farklı yorumlanabiliyor, bu da ayrılıkları körüklüyordu. Kurtuluş, belki o zaman değil, ama -Şaban İba, bu çalışmasının devam edeceğini, en az dört cilt daha ekleyeceğini belirtiyor- çok sonraları aynı sıkıntıyla darmadağın oluyordu. “Beş imza” yetiyordu dağılmaya; hatta fırtınalarla sınanmış, sorunlara göğüs germiş, ölümü bile gülerek karşılamış arkadaşlar birbirlerini bile tanımazdan gelmesine…

“THKP-C Kurtuluş-1” bir dönemi, asıl önemlisi de “yol ayrımı”nı anlatması açısından önemli bir çalışma. Birçok insan, bu konuda söz söyleyecektir, söylemelidir de… Bilinmesi gereken, eğer gelecek içinse yapılanlar/yaşananlar, anlatılanların genç kuşaklara ışık tutacağıdır.

THKP-C Kurtuluş 1 (1972-1976 Dönemi)
Şaban İba
Yakın Tarih,
Favori Yayınları, Mayıs 2024, 279 s.