Kavganın, umudun ve hasretin şairi Nâzım Hikmet, bundan tam 59 yıl önce 3 Haziran 1963'te sürgünde olduğu Moskova'da hayata gözlerini yumdu. Nâzım, bu dünyadan memleket özlemiyle göçüp gitti ama miras bıraktığı eserleriyle ölümsüz mavi gözlü koca bir dev oldu…

Nâzım Hikmet 20 Kasım 1902'de Selanik'te doğdu. Bu dünyada sadece 61 yıl yaşayan Nâzım yıllarca hapis yattı, sürgün edildi. 

1933'te "gizli örgüt kurmak" suçundan daha sonra ise "orduyu ve donanmayı isyana teşvik" suçundan tutuklanan komünist şair, 28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum edildi. Nâzım daha sonra Genel Af Yasası'ndan yararlanarak 1950'de serbest kaldı. 

Usta şaire aynı yıl Dünya Barış Konseyi tarafından Picasso, Paui Rubeson, Wanda Jakubuurska ve Pablo Neruda'yla birlikte "Uluslararası Barış Ödülü" verilecekti.

Nâzım Hikmet, 25 Temmuz 1951'de ise Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarıldı.

"yazılarım otuz kırk dilde basılır 
türkiye'mde türkçemle yasak" 
diyordu Nâzım.

Gerçekten de öyleydi şiirleri tüm dünyaya yayılırken Türkiye'de "sakıncalı" bulunuyor, yasaklanıyordu. 

O'na bir de "vatan haini" demişlerdi...

Nâzım ise "vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ" 
diye yanıt veriyordu.

Nâzım Hikmet, 3 Haziran 1963 günü eserlerinde de anlattığı gibi memleket hasretiyle gözlerini yumdu. Novodeviçi Mezarlığı'nda toprağa verildi. 

O'nun aramızdan ayrılışından yıllar sonra UNESCO, büyük ustanın doğumunun 100. yılı dolayısıyla 2002 yılını "Nazım Yılı" ilan etti.

Öte yandan Nâzım, 5 Ocak 2009 tarihinde yeniden Türk vatandaşlığına kabul edildi. 

"Mavi gözlü dev"in ölümsüzleşmesinin 59. yılında kendi hayatını anlattığı "Otobiyografi" adlı eserini okuyucularımızla paylaşıyoruz:

1902'de doğdum 
doğduğum şehre dönmedim bir daha 
geriye dönmeyi sevmem 
üç yaşımda halep'te paşa torunluğu ettim 
on dokuzumda moskova'da komünist üniversite öğrenciliği 
kırk dokuzumda yine moskova'da tseka-parti konukluğu 
ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir 
ben ayrılıkların 
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını 
ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de 
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler 
kırk sekizimde barış madalyasının bana verilmesini 
verdiler de 
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu 
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum pırağ'dan havana'ya

lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de 
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni 
sökmedi 
yıkılan putların altında da ezilmedim

951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım 
şu kadarcık haset etmedim şarlo'ya bile 
aldattım kadınlarımı 
konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım 
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim 
yalan söyledim başkasını üzmemek için 
ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile 
çoğunluk binemiyor 
operaya gittim 
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın 
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri 
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye 
ama kahve falıma baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır 
türkiye'mde türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha 
yakalanmam da şart değil 
başbakan filân olacağım yok 
meraklısı da değilim bu işin 
bir de harbe girmedim 
sığınaklara da inmedim gece yarıları 
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında 
ama sevdalandım altmışıma yakın 
sözün kısası yoldaşlar 
bugün berlin'de kederden gebermekte olsam da 
insanca yaşadım diyebilirim 
ve daha ne kadar yaşarım 
başımdan neler geçer daha 
kim bilir...