Hayatı taklit eden sanat ya da sanatı taklit eden hayat

Romanlarda hareket, heyecan, merak, soru(n) ve belli anlamda mesaj ararız. Hepimizin beklentisi farklı olsa da merak belirleyici olsa gerek ki, “ne olacak acaba” sorusu kasap çengeli gibi asılı durur yanı başımızda.

Kimi romanlarda o merak, yazarın akıcı diliyle doruğa çıkar. Betimlemesi, anlatması, niyesi, nedeniyle sular seller gibi akar kitap ve “bir gecede bitirdim, gözümü bile kırpmadan” demekten alamayız kendimizi… Seray Şahiner, hemen her kitabıyla kazandığı ödülleri hak ettiğini, bir kez de “Vatan Millet Samatya” ile kanıtlıyor. Yalın, alabildiğine sakin ve kendinizle özdeşleştirebileceğiniz bir dili var.

1950’lerde, tek parti iktidarı sonrasında, işbaşına -hem de büyük bir oy farkıyla- gelen Demokrat Parti, halkın deyişiyle Menderes, İstanbul’un tarihi yapısına, Millet ve Ordu caddelerinin buluştuğu yerden yeni bir cadde Vatan Caddesini kazandırmış. Bir anlamda yeni bir merkez oluşmuş, kadim şehrin ortasında. Yüzyıllardır orada yaşayan aileler yeni merkez olmanın haklı gururunu ve bir o kadar da hüzünlü günlerini paylaşıyor. Yazarın kurduğu geleneksel kronolojik tarih aslında sadece orada yaşayanların değil, hepimizin dönüşümünü anlatıyor aslında. Orada olmasa bile, farklı bir semtte, bambaşka bir ilçenin sokaklarında da aynı şeyi yaşamış/yaşıyor insanlar.

Hızlı dönüşümün mahalleli kavramını yerle bir etmesi, insanların “desinlerci” olmasıyla kendilerini farklı görmesi, değişen kentle birlikte kültürün de değişmesi romanı yukarıya taşıyor. Öyle hızlı değişim yaşanmış ki, altyapısı tamamlanmadan -tıpkı bir gecekondu gibi- yeni bir yaşam çizgisi oluşturulmuş. Eksikleri, fazlalıkları, çekememeleri ve tabii dedikodularıyla son kırk yılımızı izliyoruz. “İzliyoruz”, çünkü Şahiner, gerçekten görsel bir çizgi oluşturmuş betimlemelerinde. Belki yaşı tutanlar için bir bilinen (ama farklı akışı olan) anlatı ama yaşı tutmayanlar için (unutmayın, romanda anlatılan 80’ler, 90’lar…) gerçek bir tarih. Sosyal, ekonomik, politik, ekolojik, kültürel öyle büyük değişim geçirdik ki, birçoğunu görmeyince, okumayınca unutuyoruz. Yazar; roman kurgusunda, “zaten çocuklar” diye küçümsenen ama aslında her şeyin en ince ayrıntısına kadar farkında olan küçük kızların geniş hayal dünyasıyla gerçeklerin ne denli çatıştığı, kimseyi (önce anne babayı) üzmemek için nasıl akılcı davrandıklarını açıkça vurguluyor.

Büyümeme gerek kalmadı…

Değişim değişmeyen tek kural, ama sanki değişime direnen (ya da değişmemesi için elden gelen her şeyin yapılması) bir kültür var. Kadın nedense hep ikinci sınıf bizim ülkemizde… Bunca çabaya, bunca direnişe, bunca tepkiye rağmen kadınların daha çocukluktan başlayarak “görünmemesi” gelişmenin de önündeki engel. Romanın ana kahramanları kadınlar, küçük kızlar. Felaketleri de “memelerinin çıkması”yla başlıyor. Anne baba, konu komşu, esnaf herkes küçük kızı bir anda büyümüş ve “alınacak” bir “mal” olarak görmeye başlıyor. Eğer memeleri belirginleşmeye başlamışsa, sokaklar yasaklanıyor önce; ardından muhakkak “görücü”ler aşındırıyor kapıları. Zaten dedikodudan başka bir şey bilmeyen kadınlar, böylelikle bir yaşamın bitmesine fırsat yaratıyor.

Sahi, erkekler farklı mı? İlk fırsatta ya ellemeye ya kuytuda sıkıştırmaya, hoyrat ellerini kızların bedenlerinde dolaştırmaya hazır. Aynı mahallenin içinden gelen, kendisini yetiştirmiş (ne kadarsa artık) kız babaları da, aynı şeyi yaşadıkları için farklı olamıyor, ne yazık ki. Çocuğunun “aptal kutusu” önünde edilginleşmemesi için televizyonda çocuk programlarını bile izletmeyen baba, eşini ve çocuğunu “büyük gözaltı” ile bunaltıyor. Kendisi bir işe yaramasa da, başarılı olamasa da “kadın kısmı dizini kırıp evinde oturacak” o kadar. Yoksulluk varmış, hayat pahalıymış, kurtulmak için okumak lazım ama sokaktaki erkeklerin aklı bilmemnerelerindeymiş, okula bile yalnız gidemezmiş çocuklar. Gidenlerin başına gelenler ise “yok artık” dedirtecek cinsten.

“Vatan Millet Samatya”da anlatılan mahalleler, eski sokaklar, dökülen binalarda yaşananlar hâlâ aynı. Belki sadece evlerde televizyon ve ceplerde telefon var. Romanı okuyunca, kendi bulunduğunuz kentin, semtin, sokağın pek de farklı olmadığını, sorunların pek değişmediğini görüyorsunuz.

Vatan Millet Samatya
Seray Şahiner
Roman
Doğan Kitap, Şubat 2025, 336 s.

(Bu yazı Sonhaber'de yayımlandı)