Doğumun şekli üzerinden yürütülen politik tartışmalara Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Bülent Duran’dan net yanıt: “Doğumun nasıl olacağına yalnızca kadın karar verir.”
Sivasspor’un Fenarbahçe ile oynadığı maça çıkarken taşıdığı ‘Doğru Olan Normal Doğum’ yazılı pankarta, başta kadın örgütleri olmak üzere toplumun her hemen her kesiminden tepkiler gelmeye devam ediyor.
Sakarya Kadın Dayanışma Komiteleri (KDK), söz konusu pankartla empoze edilmeye çalışılan doğum yöntemiyle ilgili, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Bülent Duran’ın görüşlerini aldı.
Bülent Duran, Doğumun şekli üzerinden yürütülen politik tartışmalara net yanıt verdi: “Doğumun nasıl olacağına yalnızca kadın karar verir.”
Bülent Bey merhaba,
Doğum konusu üzerine ilgisi olan olmayan pek çok kişinin fikir beyanında bulunduğunu görüyoruz. Bizler meselenin sadece sağlık açısından ele alındığına inanmıyoruz. Hem sağlık hem de politik açıdan değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu noktada cinsiyet eşitliğine inanan ve halk sağlığını savunan bir uzman olarak değerlendirmelerinizi almak istedik.
Dilerseniz sorularımıza başlayabiliriz.
- Doğumun normal ya da sezaryen olmasının sağlık açısından değerlendirmesini yapar mısınız?
Öncelikle doğumun normal ya da anormal olarak sınıflandırılmayacağını söylemek isterim. Tıbbi olarak doğum abdominal (sezaryen) doğum ve vajinal doğum olarak ayrılır yani her iki durumda da doğumdur.
Dünya sağlık örgütüne göre sezaryen doğumda ideal oran %20- 30 olarak belirlenmiştir. Dünya’nın pek çok ülkesinde bu oranın üzerinde sezaryen doğum gerçekleşmektedir. Örneğin Brezilya, Mısır ve İran’da bu oranlar %50-60 arasındadır. Ülkemizde de oran buna benzerdir. Avrupa ülkelerinde bu oran %15 civarında iken İtalya’da %30’un üzerindedir. Ülkelerin inanış biçimleri burada belirleyici değildir. Farkın temel sebebi ebelik sisteminin gelişmiş olmasıdır. Ülkemizde ebelik sistemi 2. plana itilmiş ve doğum eylemi doktorların takibine bırakılmıştır. AKP iktidarında sağlık bakanlığı bunu değiştirmeyi ve sezaryen doğumları engellemeyi sezaryen oranını %10-15 gibi bir seviyeye çekmeyi istemektedir. Oysa makul olan Dünya’nın da kabul ettiği % 30-35 sezaryen doğum oranlarıdır. Bu oranlarda hipoksik doğumlar ve birçok zor doğum önlenmiş olacaktır.
Normal doğumların sonrasında genital organ sarkması, idrar kaçırma, pelvik organlarda kesiklere bağlı cinsel yaşamın olumsuz etkilenmesi gibi durumlar ortaya çıkabilmektedir ancak anne doğum sonrasında genellikle daha az ağrı yaşar ve erkenden ayağa kalkar. Sezaryen ise bir ameliyattır, ancak günümüzde anestezi ve ameliyat olanakları son derece gelişmiştir.
- Peki sezaryen doğumlar neden artmaktadır?
Gelişen teknoloji sayesinde monitörizasyonun artması ile bebeğin kalp atışındaki değişimlerin izlenmesi ve oksijensiz kalma riskinin takibi kolaylaşmıştır. Yani hastane ortamında ve yakın takipte olunması sürekli fetal monitörizasyon yapılması bu oranı arttırmaktadır. Anne ve bebek sağlığı açısından hayati riskleri en aza indirmek amacıyla sezaryen doğum oranları artmaktadır. Sezaryen doğum tercihinde bir diğer sebep ise hekime yönelik malpraktis* denen komplikasyonlarda ortaya çıkan maddi tazminat cezalarıdır. Örneğin down sendromlu bir doğum gerçekleştiren hekim tüm çalışma hayatı boyunca kazandığı gelirle ödeyemeyeceği maddi yaptırımla karşılaşabilmektedir. Hekim, hasta veya hasta yakını tarafından “bebeğin down sendromlu birey olacağını bize belirtmedi” gibi bir şikâyetle karşılaşabilir. Bu durumlarda yargılamaları yapan ve kararı veren ticaret mahkemeleridir. Vajinal zor doğum sırasında karşılaşılabilecek risklerin gerçekleşmesi halinde de benzer yaptırımlar hekimleri komplikasyon oranını daha aza indirmek adına sezaryen doğuma itmektedir. Bir diğer önemli neden ise iş yüküdür. Hekimler gün içinde çok sayıda hastayı tedavi etmek ve sonrasındaki nöbetinde pek çok doğumu gerçekleştirmek zorunda bırakılmaktadır. Doğum sonrası hem komplikasyonları en aza indirmek hem de maddi manevi tazminat davalarından korunmak için sezaryen doğum oranları artmaktadır.
- Kadına yönelik istismar, cinayet, şiddet, regl yoksulluğu gibi kavramlar toplumumuzda gündelik yaşantının tam ortasında duruyorken neden doğumun gerçekleşme biçimini tartışıyoruz?
Bunun arkasında iktidarın siyasi tercihi var. Laik ve demokratik yapısını yitirmiş ülkelerde kadının iş hayatından geriye atılması söz konusu. Kadın en az üç çocuk doğuran nesne olarak görülüyor. Kadınlar eğitim hayatından da iş hayatından da geri plana itilmiş durumda. Gelişmiş diye bilinen ülkelerde bile emek sermaye çelişkisi olarak tanımladığımız bu durum etkinliğini korumakta. Kadınların özellikle ergenlik öncesi ve ergenlik döneminde gördüğü baskı, şiddet ve taciz onların cinsel kimliğini geri plana atan birinci neden. Bir gecede İstanbul Sözleşmesinden çıkılmış olunması bu durumun siyasi tercih olduğunun en somut göstergesidir. Yasaların algılanış biçimi de bu noktada önem kazanıyor.
- 2024 yılında yapılan toplumumuzdaki kadın bireylerin sağlık kuruluşlarına başvurma sebeplerine yönelik bir araştırmaya göre kadın sağlığında odak noktalar şu şekilde belirlenmiş:
· %25 menstural döngü
· %23 meme kanseri
· %19 rahim ağzı kanseri
· %8 doğum kontrolü ve doğurganlık
· %6 cinsel yolla bulaşan hastalıklar
· %5 psikolojik bozukluklar
· %4 menopoz
· %2 osteoporoz
Bu başlıklara baktığımızda tedavi ihtiyacı duyulan aşamada doktora başvurma durumu baskın görünüyor. Kadınların yeteri kadar sağlık hizmeti alması için neler yapılmalıdır? Koruyucu sağlık hizmetleri, doktora ya da sağlık kuruluşlarına erişimin kolaylaştırılması için ne tür değişim ve gelişmelere ihtiyaç vardır?
Herkese eşit ve nitelikli sağlık hizmetlerinin sunulması birincil ihtiyaçtır. Yine bu iktidar döneminde uygulamaya sokulan ancak yürümeyeceği başka ülkelerde görülmüş aile hekimliği uygulaması devreye girmiştir. Sağlık ocakları kapatılmış, koruyucu hekimlik yerine ticari kurum olan Aile hekimlikleri ihdas edilmiştir. Kendi döner sermayelerini oluşturarak yer kiralama, personel giderlerini karşılama gibi bir duruma sürüklenmişlerdir. Aile hekimleri kendilerine bağlanan nüfus kadar ücret almaktadır. Özel hastaneler SGK kapsamına sokularak halk devlet hastanelerine değil özel hastanelere yönlendirilmiştir. Hem birinci basamak sağlık hizmetleri hem de devlet hastaneleri böylece ikinci plana itilmiştir. Üniversitelerde tıp fakülteleri geri plana itilerek ticarileştirilmiştir.
Kadın cinselliği tabu olduğu için kadın kendi cinsel organlarından da korkar durumda. Bu nedenle bazen tanı ve tedavide gecikmeye neden olabilmektedir. Çoğu zaman kadınlar şikayetleri olmasına rağmen hekime ve hastaneye başvurmakta geç kalmakta ve hastalıklarına tanı konduğunda tedavi için geç kalınmış olmaktadır. Başka bir örnek ise rahim ağzı kanserinin aşı ile önlenebilecek durumda olmasına karşın aşı takvimimizde yer almamasıdır.
Sağlığın tamamen ücretsiz hale getirilmesi ve birinci basamak koruyucu halk sağlığı hizmetinin eskiden olduğu gibi sağlık ocakları yoluyla hayata geçirilmesi şarttır. Bu sayede hızla yol alınacaktır.
- Son yıllarda yapılan araştırmalara göre ülkemizde kadın okuryazarlığı oranı %95,54 ile erkek okuryazarlığı oranı olan %99,29’dan geride. UNESCO verilerine göre ise Küba’da bu oran %99,9. Yine kurumsal araştırmaların yayınladığı verilere göre dünyada kadın çalışanlar %46,4 erkek çalışanlar %69,5 dilime sahip. Küresel ölçekte yönetim mekanizmalarının sadece %30’u kadın bireylerden oluşuyor.
Türkiye’de kadın işsizliği oranı 2025 yılının başında %12,1 erkek işsizliği oranı %6,5. 2024 yılın istihdam verileri de kadınların %32,5’inin erkeklerin ise %66,9’unun iş hayatında yer aldığını gösteriyor. Bu verilerin gerçek değerler altında olduğunu ise çeşitli meslek kuruluşları gerek yazılı gerekse de görsel basında dillendiriyor.
İktidar ise içinde bulunduğumuz seneyi kadınlara yönelik tüm bu olumsuzluklara rağmen aile yılı ilan etmiş durumda. Sizce “aile yılından” kasıt kadınlara yüksek tahsil almış dahi olsalar çalışma hayatından el çektirilmesi midir?
Kesinlikle el çektirilmesidir. Son dönemde dillendirilen bir durum bunu desteklemektedir. Kadınların doğum yapması halinde 1 yıl boyunca ücretli izne ayrılması gündeme getirilmektedir. İlk anda ne güzel bir düşünce denilebilir, oysa 3 ya da 4 doğum yapması istenen kadınlara ödenecek cüzi maaş karşılığında evde otur çocuk bak denmektedir. Bu adımı iyi niyetli bulmadığımı belirtmek isterim. Ucuz iş gücü olarak kadını eve hapsetmeye çalıştıkları görülmektedir. Bakımı sağlanan çocuklar da zaten biraz büyüdüklerinde MESEM benzeri yapılara mahkûm edilerek ucuz iş gücünün devamlılığı sağlanmak istenmektedir. Tüm yasal düzenlemelerin arkasında primer olan düşünce ne kadın, ne çocuk ne de ailedir. Sermayeye hizmet edecek ucuz iş gücünü var etmektir.
- Kadınların annelik vazifesi ile sözde kutsandığını biliyoruz. Kadın emeği gölgelenerek konuşulmaz kılındı. Cinsiyet kimliği sadece atanmış kimlik üzerinden ve ne kadar çok çocuk doğurabildiğinden ibaret gösterilir oldu. Şimdi sayısından da önemlisi doğurabilirliği. Bu konuda hasta ve danışanlarınıza neler söylemek istersiniz?
Elbette aileyi oluşturan bireyler hem anne hem baba hem de çocuklardan oluşmaktadır ancak bir doğumun nasıl gerçekleşeceğine ben bir hekim olarak kadının karar verebileceğini savunuyorum. Hekim doğum esnasında ve sonrasında yaşanacaklar hakkında yeterli bilgi vermelidir. Kadın bedeni kadına ait olduğu için hekim ve diğer aile bireyleri karara saygılı olmalıdır. Hekimin görevi en ideal koşullar altında anne ve bebeği aile birliği içinde bir araya getirmektir. Beraberinde hekimlik yemininde de olduğu gibi görevi sayesinde hiçbir ayrım gözetmeksizin hem bebeğin hem de annenin sağlıklı olmasını sağlamaktır.
- Toplumların zenginliği parasından önce bilinç düzeyleriyle belirleniyor. Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar bilinçlendikçe toplumun kalkınma düzeyi de artıyor. Bilinçlenme dayanışmayı da beraberinde getiriyor. Eğitim, iş, ev ve sosyal hayatta dayanışan kadınlar toplumun dönüşümünde mutlak belirleyici konumdalar. Tam da bu noktada hem bilgi birikimi hem de saha deneyimi oldukça yüksek bir uzman olarak son dönemdeki kadın hareketine yönelik değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Kadın toplumun en itici gücüdür. Erkeklerin hepsinin de bir anneden doğduğunu ve ilk eğitimlerini ailede aldıklarını düşünecek olursak kadınlar olmadan toplumun ilerlemesi, ileri atılması mümkün değildir. Günümüzde Üniversitelerden başlayan ve lise çağlarına kadar inen kız ve erkek öğrencilerin geleceklerine yönelik birlikte gerçekleştirdikleri eylemlilikler kadın hakları konusunda cumhuriyetin kazanımlarının ne yaparlarsa yapsınlar toplumumuzdan silinemeyeceğini açığa çıkarmıştır.
Kadın ve erkek her konuda eşittir. Sovyetler Birliği’nde tüm dünya bunu gördü. Kadın, erkeğin yaptığı her işi daha da iyi olabilecek şekilde yapabilmektedir. Karma eğitime yapılan saldırılar da biraz önce konuştuğumuz kadınların ucuz iş gücü haline getirilme çabasındandır. Ancak kadınlar başta olmak üzere toplumumuzdaki sınıf dayanışması buna geçit vermeyecektir.
Bize vakit ayırdığınız ve önemli bilgiler aktardığınız değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederiz.
*Tıbbi Malpraktis, 'Tabibin tedavi esnasında güncel standart uygulamaları yapmama durumu, beceri noksanlığı yahut hastanın tedavisini vermemesiyle gelişen zarar' biçiminde tanımlanmaktadır.